Bedesten

Bedesten sözcüğünün tam ve doğru karşılığını vermek için ve de bilgimden emin olmak için, kitaplığımdan Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca- Türkçe Ansiklopedik Lugat’ını alıyorum.

Bedesten sözcüğünün tam ve doğru karşılığını vermek için ve de bilgimden emin olmak için, kitaplığımdan Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca- Türkçe Ansiklopedik Lugat’ını alıyorum. Bedesten sözcüğünü 77. Sayfada buluyorum. Farsça kökenli sözcük aslında BEDESTAN şeklinde yazılıyor. Anlamı: Değerli eşya ve mücevherlerin alınıp satıldığı çarşı...
Geçen akşam Kanal T’nin kuruluş yıldönümüydü. Nazik davete icabet etmek gerekti. Etkinlik için seçilen yer de Lefkoşa’da Selimiye Camisine bitişik olan eski bedestendi. Girne’den kalkıp gittim. Yeni halini gerçekten çok merak ediyordum. Bazı etkinliklerin burada yapıldığını duymuştum ama ilk kez görecektim.
Saat sekizde başlayacak etkinlik için tam saatinde oradaydım. Basın, köşe yazarları, resmi zevattan bazı kişiler, sanatçı dostlar... Hayli kalabalık topluluk, önce dış mekanda hazırlanan kokteylde buluştuk. Ardından da içerde hazırlanan slayt gösterisini izleyecektik. Eski öğrencilerime rastlamak, onlarla sohbet etmek beni çok mutlu etti: Doktor Faiz Sucuoğlu ve eşi, mimar Ezcan Özsoy... Lise yıllarını ve arkadaşlarını andık.
Bedesten açıkçası beni hayal kırıklığına uğrattı. Yıllar öncesinin son derece değerli tarihi eserin, son derece özensiz bir biçimde, adeta derme çatma denecek şekilde tavanı ve tabanı kapatılmış hali beni çok üzdü. Mimarisiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan, sevimsiz camları, kaba işçiliği “ Yaptık, oldu, ister beğenin, ister beğenmeyin...” der gibi baştan savma görünüyordu.
Allah aşkına, bu memlekette Gotik mimariden anlayan mimarımız yok muydu? Bir zahmet fikri alınamaz mıydı? Bir değil, onlarca mimarımız var. Kafa kafaya verip en uygun olanı yapılırdı. Eminim bu işe gönüllü olarak, bir değil birkaç mimarımız çıkardı, severek de çalışırdı.
Hemen aklıma arkeolog Sayın Tuncer Bağışkan’ın “ Kıbrıs’ta Osmanlı- Türk Eserleri” isimli kitabı geldi. Eve gidince bakıp inceleyeceğim, dedim. İçerde de sevgili Ezcan beni yalnız bırakmadı. Yanyana oturduk. Onun da bu konudaki düşüncelerini öğrenince, haklı olmama inanın daha çok üzüldüm. İçerde slayt gösterisi başladığında havasızlıktan bunaldık. Adeta tavan ile taban arasına sıkışıp kaldık. Pencereler açılamaz mıydı? Yapan bunu niye düşünüp önlemini almamıştı?
Sevgili Kanal T program hazırlayıcıları da çok özenle hazırladıkları programın, her mikrofona davet edilenle iyice uzadığının farkına vardılar. Bazı yapımcılar ismen bile söylenemedi. Alelacele toparlanmaya çalışıldı. Salondan ayrılanlar oldu. Sevgili Bahar GÖKHAN’dan dinlenecek şarkılara sıra geldiğinde boğucu salondan pürtelaş dışarı çıkıldı. Ancak saatler 22.30 u gösteriyordu. Günün yorgunluğu ile evine gitmek isteyen herkes, ne yazık ki hemen dağıldı. Bahar adına çok üzüldüm. Ben de kalamadım, Girne’ye dönmek zorunda olduğumdan ayrıldım. Gece yolculuklarını pek sevmiyorum, trafik beni ürkütüyor.
Üşenmiyorum, kitaplığımdan Sayın Bağışkan’ın kitabını çıkarıyorum. Sayfa 361’de şöyle yazıyor.
“ XV. Yyılda Bizans kalıntıları üzerine, Gotik nizamda, kesme taştan yapılmış bir yapıdır.. Yanyana iki kiliseden ibaret olup üç sahınlıdır. Lüzinyan döneminde kilise olarak yapılmış, Venedik döneminde Ortadokslar tarafından St. Nicholas Kilisesi adı altında Metropolit Binası ( veya Katedral) olarak kullanılmış ve tekstil çarşısı olarak kullanılmak üzere Osmanlı Döneminin ilk yıllarında (1573) Haremeyn’e vakfedilmiştir. ... 1760 ile 1767 yılları itibarıyle Lefkoşa’nın ileri gelen Türk, Rum ve Ermeni tüccarların çeşitli gıda maddesi satışı yaptıkları bir iş merkeziydi.....”
Merak edenler, daha ayrıntılı bilgileri kitaptan okuyabilirler...
Tarihi eserleri iş ola korumak değil, aslına ve özüne sadık kalarak, en estetik şekliyle restore etmek gerekir diye düşünenlerdenim. Aranızda İtalya, Fransa gibi ülkeleri ziyaret edenler farkı fark edeceklerdir eminim...
Bu haber 3136 defa okunmuştur

:

:

:

: