Bayramınız kutlu olsun

Daha güzel bir bayram tebriki düşünemediğim için, bana bir dosttan gelen mesajı paylaşarak hepinizin bayramını kutluyorum.

Daha güzel bir bayram tebriki düşünemediğim için, bana bir dosttan gelen mesajı paylaşarak hepinizin bayramını kutluyorum. Yattığı yer nur olsun, Can Yücel in aşağıdaki satırlarında dediği gibi her gününüz Bayram olsun.

Bayram

Zamanla anlıyor insan: 3-4 güne sıkışmış bir tatilden öte
Bir şey bayram...

Hayata rastgele serpiştirilmiş ilahi ikramlar, kıymet bilen kullara her daim bayram yaşatır.


***

Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz
kalınca anlar insan...

Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir;
sevmeninkini yalnızlık...

Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır.

Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni
kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp 'Çok şükür bugünü de gördük' diyebilmek...

Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.
Küsken barışmak, ayrıyken kavuşmak, suskunken konuşmak bayramdır.

***

Bir kitabı bitirmek, bir binayı bitirmek, bir okulu
bitirmek, kâbuslu bir rüyayı, kodeste ağır cezayı bitirmek
bayramdır.

Yoğun bakımda sancılı geceyi ya da kangren olmuş bir
ilişkiyi bitirmek de öyle...

Vuslat da bayramdır öte yandan...
Endişe içinde beklediğinden mektup almak, telefonda
ansızın sesini duymak, deli gibi burnunda tütenin boynuna
sarılmak bayramdır.

En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini
bölmek, korktuğunda güvendiğine sarılabilmek, dara
düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır.

Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede
üstüne serilen battaniye, saçlarını müşfik bir sevgiyle
okşayan anne bayramdır.

'Ona güvenmiştim, yanılmamışım' sözü bayramdır.
Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram...


***

Yeni bir sözcük öğrenmek, bir tünelin sonuna gelmek,
müzmin bir işin kapısını çarpıp uzun bir yola çıkıvermek
bayramdır.

Zorluklara tek başına göğüs gerebilmek, gereğinde
haksızlığın üstüne yalın kılıç yürüyebilmek bayramdır.

Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış
ilk rızkın konduğu çerçeveler, yüklü bir borcun son
taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır.

Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda
karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elin tende gezmesi,
nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır.

Sonrasında gelen ilk diş bayramdır, ilk söz bayram, ilk
adım, ilk yazı, ilk karne bayram...

Güne gülümseyerek başlamak bayramdır.
'İyi ki yanımdasın' bayram, 'Her şeyi sana borçluyum'
Bayram, 'Hiç pişman değilim' bayram...


***

Evlatların mürüvvetini görebilmek, eve dolu bir torbayla
gidebilmek, konu komşuyla yarenlik edebilmek, akşamları
eskimeyen bir keyifle çay demleyebilmek bayramdır.

Zamanı donduran eski fotoğraflara nedametsiz bakabilmek,
altı çizilmiş eski kitapları aynı inançla okuyabilmek, yol
arkadaşlarının yüzüne utanmadan bakabilmek bayramdır.

Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta
ölebilmek bayram...


***

Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz
her gününüz bayram olur.

Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler.
Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör
akıllılıktan evladır.

Her gününüz bayram olsun..!
Can Yücel


Vuvuzelanın zırt dediği…

Doğrusu “zurnanın zırt dediği” diye başlık atmayı düşündüm önce, sonra hem “ilginç olsun” diye hem de belki zurna az gelir, Vuvuzela ancak kifayet eder sağır kulaklara diyerek Güney Afrika’dan başlık ithal etmede karar kıldım…

Kıbrıs sorununda neler oluyor? New York Long Island’daki BM’nin Greentree çiftliğinde neler oldu? Taraflar çözüme ne kadar yakınlaştı? Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu bazı hassasiyetlerden geri adım attı mı? Cumhurbaşkanı Eroğlu kandırıldı mı? Rum lider Demetris Hristofyas yalan mı söylüyor? Görüşmelerde ilerleme var mı, yoksa BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon tüm dünya önünde yalan mı söyledi?

Bu sorulara sayfalarca devam edebiliriz.

Öncelikle, görüşme dediğiniz olay almak ve vermek üzerine tesis edilmiştir. Komşunuzla cay, kahve içmeye benzemez bu iş. Dışarıdan bakanlar açısından durum basit olabilir. Nihayette birkaç yüz binlik Kıbrıs Türkü ve 600,700 binlik Rum halkının, yani toplamda zar zor bir milyonu bulan küçük bir nüfusun ve küçücük bir adanın sorunu diye görülebilinir. Soğuk Savaşta oynadığı rol, Bağlantısızlar Hareketindeki önemi, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan üzerinden NATO açısından önemi falan filan es geçilebilir belki. 1969’dan bu yana hiç de küçümsenmeyecek büyüklükte arabulucular, özel temsilciler, iyi niyet misyonuyla görevli genel sekreterler ve temsilciler, özel danışmanları ve saire ordusunun çabalarını akamete uğratmış, her türlü hince çözüm fikrini başarısızlığa mahkûm etmiş çetrefil bir sorun Kıbrıs meselesi.

Deveye hendek atlatmak Kıbrıs sorununun yanında oldukça ilkel ve basit kaçar. “İç denge” var. “Dış denge” var. Ekonomi var. Yaşayabilirlilik ilkesi var. Fiziki engeller ama daha da önemlisi psiko-sosyal duvarlar var.

Kısaca Kıbrıs sorunu bir anlamda elli yıl daha görüşülerek çözülemeyecek bir mesele, diğer yandan siyasi irade bulunması durumunda kısa zaman içerisinde ve tüm dünyaya emsal teşkil edebilecek bir şekilde çözülebilmesi imkânı var.

Doğal olarak çözümsüzlüğün de çözümün de ön şartları vardır. Çözümsüzlük arzu ediliyor ise karşı taraf ne öneriyor ise önersin – hatta sizin önerinizi bir başka kâğıda ve sizin ambleminiz olmadan kopyalayıp size sunsalar bile – bir yolunu bulur, hatta kafadan, reddedersiniz. Karşı tarafı hep “parametre dışı” olmakla suçlarsınız. Karşı taraftan ziyade kendi toplumunuzdaki bazı odaklarla, siyasi muarızlarla görüşmeyi tercih edersiniz. Hatta sıklıkla fikir değiştirir, bir gün bir şey deyip, bir başka gün tam aksini savunursunuz.

Örnek mi? Bakınız Hristofyas yoldaşın maharetli göbek dansına… Kıvır babam kıvır, o kısacık boy ve o göbekle nasıl da bu kadar kıvırtıyor tebrikler doğrusu…

Çözüm istiyorsanız durum farklı olur. “Toprağı en sonda, her şey bittikten sonra konuşacağız” ilkesi üzerinde en başta hemfikir olunmasına rağmen, “Harita hariç toprağı da konuşurum” diyerek ezber bozmak; mal mülk meselesinin çözümünde “yeniden değerlendirmenin” önünü açacak devrimsel yaklaşımlar sergilemek ve hatta “Yakınlaşamadığımız konularda BM hakemlik yapsın, köprü öneri getirsin… Hatta Annan planı dönemindeki gibi boşlukları doldursun” diyebilmek çözüme endeksli ve kararlı siyasi bir duruşun göstergeleridir.

Tabii ki “her şey bitmeden hiçbir şey kabul edilmiş değildir” ilkesi vardır ve olmalıdır. Ancak on yıllarca süren müzakere süreci göstermiştir ki bir tarihte masaya konan herhangi bir konudaki görüş dönüp dolaşıp başka bir tarihte “Ama siz bunu kabul etmiştiniz” diye karşınıza çıkabilmektedir. Mesela 29+ dediğimiz olay Boutros-Boutros Gali Fikirler Dizise çerçevesinde söylenmişti, Kıbrıs Türkünün herhangi bir çözümde alabileceği toprağın “tavanı” olarak kayda geçti, her zaman karşımıza çıkmaya devam ediyor.

Mesela, “çapraz ve ağırlıklı oy” meselesi önce Rum tarafınca ortaya konmuş olmasına rağmen, ve üstelik daha sonra Türk tarafı bu konuyu 13 maddelik ve “ayrılmaz bütün” olarak sunduğu bir paketin öğesi olarak sunmuş olmasına rağmen, cımbızla paketten alınmış, bambaşka bir pazarlık çerçevesinde Rum tarafınca daha önceden kabul edilen “dönüşümlü başkanlık” konusunun ön şartı olarak ortaya konmuştur. Kabul edilebilinir mi? Elbette ki hayır. Böyle bir yaklaşım iyi niyetle bağdaşır mı? Tabii ki hayır.

Gaz araması meselesi de keza 1960 anlaşmaları uyarınca gayrı-meşru olması bir yana, egemenliğin görüşüldüğü bir sırada böyle bir konunun gündeme gelmesi iyi niyetle, görüşmelerin felsefesiyle elbette ki bağdaştırılamaz.

Peki, hepsi iyi güzel de, 40 yılı aşkın görüşme sürecinin yapamadığını hele hele böyle negatif bir ortamda iki günlük zirve mi yapabilecekti? Greentree’den iki lider ve genel sekreter “Anlaşma tamam, birkaç ay sonra referandumlara sunulacak” açıklaması ile çıkabilirler miydi? Bir kere bu meselenin görüşülmemiş boyutu, detayı kalmadığına göre, deyim yerindeyse adada döndürülmedik taş kalmadığına göre, eğer çözüm için gerekli siyasi irade her iki tarafta da var ise tabii ki böyle bir açıklama olabilirdi.

İşte mesele bu burada… “Gerekli siyasi irade her iki tarafta da var ise…”

Var mı?

Greentree sonrasında yapılan tüm değerlendirmelerde Rum tarafında çözüm iradesi olmadığı, Rumların zamana oynadığı, görüşür gibi yapıp hiçbir şey görüşmeyeceğini falan vurgulanıyor.

Hepsi doğru… Ama eksik. Şimdiye kadar durum hep böyle olmuştur. Hep Rumlar ayak sürümüş Türk tarafı öneri üstüne öneri sunarak iyi niyetini ve çözüm iradesini ortaya koymuştur. 2004 referandumunda da çözüm arzusunu ispat etmiştir. 2004 referandumunda ise başta Hristofyas olmak üzere Rum kesiminin maskesi düşmüştür.

Eeee… Rumlarda siyasi irade yok ise ne olacak şimdi?

Rumlara rağmen buraya kadar gelinildi, Rumlara rağmen de çözüme doğru yol almaya devam edilecek… Başka çıkış yok. Her halükarda görüşmeler yoluyla ya federasyon, ya konfederasyon ya da iki ayrı devlet ama muhakkak görüşerek çözüm daimi hedef olmalıdır.

En azından Ankara’dan böyle görünüyor… Bilmem Kıbrıs’taki fotoğrafa uyuyor mu?
Bu haber 1789 defa okunmuştur

:

:

:

: