Her dönemde, her ülkede “kraldan fazla kralcı” olanlar halklarına zulüm etmişler, kendi küçük ikballeri uğruna halklarının temel hak ve çıkarlarını peşkeş çekmekte beis görmemişlerdir.
Türkiye’de 2002’den bu yana iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi, AKP, İslami temeli olan bir siyasi gelenekten gelmektedir. AKP hem İslami duyarlılığı ve muhafazakâr dünya görüşü olan ama aynı zamanda da “reformist” bir parti. En azından bir dönem “reformist” idi…
AKP’ye yaranmanın, cici çocuk görünmenin formülü ne?
Doğal olarak siyasette, bilhassa AKP açısından, en geçerli formül “Biat etme”… Geride kalan 9 yıllık süre göstermiştir ki Başbakan recep Tayyip Erdoğan kendisine, hükümetine ve partisine “kayıtsız şartsız” biat edenleri çok, ama çok seviyor.
Başka?
Erdoğan kendine “kayıtsız şartsız” biat edenlere “kayıtsız şartsız” biat edenleri de çok seviyor… Malum, dostumun dostu benim dostumdur desturu… Şöyle bir bakım etrafınıza… Siyasi açıdan bugün pek geçerli akçe bir partiye sahip olmasa da, bir zamanlar ““kayıtsız şartsız” ilişki içinde olduğu “anavatan” siyasetçisinin [ve Wikileaks iddialarına göre bir miktar yeşil bloknotun ikna etmesiyle] kendi partisine ihanet ederek siyasi ikbal aradığı için fırtınalar yaratan siyasetçi kardeşimizi hatırlayın bir…
“Siyasette olur böyle şeyler” deyip geçebiliriz… Örneklerini de çok gördük Türk siyasetinde…
Şimdi de sağda yeni parti olayı var biliyorsunuz… Hayırlı bir iş belki, Ulusal Birlik Partisi’ne alternatif bir parti merkez sağın toparlanmasına, disiplin altına girmesine ve belki de daha düzgün bir siyasi ekibin piyasaya çıkmasına yol açabilir… Yanlış da olmaz hani… Boş kafayla işkembeden beyanatlarla siyaset etme devri sıkıntı vermiyor mu Allah aşkına?
Neyse, konumuza dönelim… Son günlerde bazı işgüzarlar türedi… Din pazarlıyorlar… Akılları sıra Ankara’daki AKP’ye yaranacaklar.
Doğrudur, Başbakan Erdoğan olsun, AKP iktidarının diğer köşe başları olsun çok ama çok istiyorlar KKTC halkının daha İslami, daha muhafazakâr ve daha “AKP bilir” desturuna sahip olmasını…
Kıbrıs Türk halkının sendikalarının hak aramak yerine siyaset yaptığını hatta siyasi partilerden daha etkin siyaset yaptığını gayet iyi bilen AKP sendikaları hizaya getirme derdinde çalışma hayatı ve sosyal sigorta sistemi düzenlemeleriyle…
Siyaseti düzenleme derdinde AKP hibrid parti kuluçka çabalarıyla…
Sosyal hayatı düzenleme çabasında AKP “nüfus ihracatı” ile Kıbrıs’ta daha “mütedeyyin” toplum yaratma çabasıyla…
Şimdi kraldan fazla kralcı olanlar ise kuran kurslarıyla, ilahiyat fakülteleri ile Kıbrıs Türk halkının kutsaliyetine son çiviyi çakmakla uğraşıyorlar. Evet AKP’nin hayali Lefkoşa’ya şöyle dört minareli dev bir cami inşa ederek kendi mührünü vurmak, on yıllar sonra bile “AKP devrini” andırabilmek…
Ama kuran Kursları, ilahiyat fakülteleri… AKP bile bu kadarını düşünemezdi herhalde…
Yoksa yanılıyor muyum? AKP mi dayatıyor bunları?
Nereye gidiyoruz beyler? Uyanın ve utanın… Kıbrıs Türk kültürünü yobazlaştırarak, bağnazlaştırarak, tekilleştirerek nereye varmayı ümit ediyorsunuz?
Sokağa çıkma zamanı mı?
Her dediğiyle her zaman hem fikir olmadığım dostlardandır Özdil Nami. Dost olmak için zaten her zaman hem fikir olmak da gerekmiyor, gerekmemeli… Yoksa hayat ne kadar sıkıcı olur.
Geçenlerde bir tweet attı Özdil Nami. Adada çözümden yana olan hem Kıbrıs Türkünün hem de Kıbrıs Rumunun çözüm perspektifine sahip çıkması gerektiğini, çözüm arzusunu sokaklara çıkarak, yani gösteri yaparak sergilemesi gerektiğini yazdı.
Çözümden aynı şeyi anlamasak da; çözüme ne kadar yakın veya uzak olduğumuzda anlaşamasak da; siyaseten değişik nedenlerle de olsa en azından Kıbrıs Türk halkı açısından sokağa çıkma zamanı geldiği konusunda tamamıyla hem fikirim.
Her şeyden önce, bir tespitte bulunmak istiyorum.
Kıbrıs Türk halkı çözüm istencinde samimidir. Sağcısıyla, solcusuyla, işçisiyle, işvereniyle, memuruyla, köylüsüyle, şehirlisiyle çözüm istemektedir. Çok büyük oranda çözüm istemektedir. Ne olduğu, olması gerektiği konusunda hem fikir olmasak da, çözüm istencinde birleşiyoruz.
Kimimize göre çözüm iki ayrı devlet, kimimize göre federasyon, kimimize göre konfederasyon… Kesin olan mevcut durumun, dünyadan soyutlanmış olmanın kabul edilmediği, dünya ile entegrasyon içerisinde bu güzel adada kendimize bir gelecek kurma arzumuzdur…
Rumlarla farkımız da buradadır. Rum tarafında ne bir çözüm arzusu, istenci ne de mevcut Rum cumhuriyeti egemenliğinin kuzey Kıbrıs’ı da kapsayarak Kıbrıs Türkünün çoğunluğu Rum olan “Kıbrıs milleti” içinde osmosis yoluyla yok olması haricinde bir çözüm perspektifi vardır.
Kısaca, bir tarafta “çözüm aman Allah’ım ne olur çözüm” diyen bir halk, diğer tarafta ise “Gelip bana yama olacak, benim içimde kaybolacaksan çözüm arzunu alkışlıyorum ama benden fazla bir şey bekleme” diyen bir anlayış var.
Çözüm olacak mı falan diye fazla tartışmaya gerek yok aslında… Biz çözüm istiyoruz ve her şartta çözüm istiyoruz… Ancak herhangi bir çözümü istemiyoruz.
Bakmayın “Hiçbir şey olmuyor, çözüme hiç de yakın değiliz” diye feveran edenlere, New York görüşmeleri oldukça başarılı geçti ve uluslar arası toplumda bile “Galiba bu kez bir şeyler olabilir” izlenimi oluştu. Görüşmelerin içeriğini ben de öğrendim, ama bu aşamada kaynaklarımın “Aman ha sızmasın” ricalarına kulak veriyor, sürece zarar vermemek için detaya girmiyorum. Ancak, açıkça söylemek gerekir ki Ocak zirvesine kadar yapılacak 56-7 liderler arası toplantının ve özel temsilciler arasında yapılacak toplantıların bazı özel başlıklara teksif olacağını, bu başlıklarda ilerlemenin sağlanmaya çalışılacağının ve bu başarılabildiği takdirde Ocak sonu New York Long Island Greentree zirvesinin “uzayabileceğini” söyleyebilirim.
İşte bu dönemde, adada yeni bir dönemin başlangıcının arifesinde iken, Kıbrıs Türk halkının hem görüşme sürecine hem de çözüme desteğini göstermek için sokağa çıkmasının tam da zamanıdır…
Bakmayın siz “Hiçbir şey olduğu yok” diyenlere veya “geri adım atıldı” palavralarına… Her şey güzel ilerliyor ve bugün düne göre çözüme çok daha yakınız…