Avrupa’da artan anti-Türk eğilimlerinin bir yenisi Fransa’nın çıkışları ile tekrardan gündeme geliyor. AB’nin geleceğinin tartışıldığı şu günlerde Fransa’nın iktidar partisinin siyasi çıkarları doğrultusunda girişimleri doğru bir siyasi etik anlayışı değildir.
Fransa’nın ermeni soykırım iddialarının reddedilmesini yasaklamak suretiyle düşünce ve fikirlere ambargo getirmeye teşebbüs etmeleri Fransa’nın ortaçağ’daki skolastik düşünceden sıyrılamadığının göstergesidir. Nicolas Sarkozy’nin insan haklarına zaten saygı göstermediğini göçmenler kanununda da görmüştük.Fakat bu sefer ki pes artık söyletecek cinsten bir girişimdir. Fransa her ne kadar da kendini Avrupa’nın ortaçağ’dan çıkışında temel olarak görse de bu yapılanlar Avrupa Birliğinin oluşum amacına olduğu kadar insan haklarını da aykırı bir uygulamadır. 3.dünya ülkelerinde ancak görülecek bu uygulamanın Avrupa’nın lokomotifi olan bir ülkede olması hayret vericidir.Montesquie-Morgenthau gibi aydınlanma filozoflarının buradan çıkmış olması da Fransa’nın bugün ki uygulamalarıyla paradoksal bir ilişki mevcuttur.
Tüm bunların dışında Avrupa’da katledilen Türk diplomatların ASALA adlı bir terör örgütünün yaptığını tüm dünya kabul etmişti. Türk diplomatlarımızdan Yılmaz ÇOLPA’nın Paris’te şehit edildiği 22 Aralık’ta Fransa’nın bu yasayı geçirmek istemesi büyük bir hatadır.
Orta Doğu’da yaşanan büyük değişimler ve Türkiye’nin Orta Doğu’da ki politikası Halkların istediklerini meclise kendilerinin vekili olsun diye taşırlar.Bugün orta doğu halkları istediklerini dikta yönetimlerine kabul ettirmek için sokağa dökülmüştürler. Anti-demokratik uygulamalarla yönetilen halkların isteği anormal olmasa gerek. İstemedikleri liderlerinin on yıllardır halka vermediklerinin dışında aldıklarını da hesaba katarsak halkın haklı olduğu kanısı ortaya çıkar. Türk dış politikasının bugün verdiği karar aslında 2023 vizyonumuzun temelini bugünden atılmasına yardımcı olacaktır. Bugün Türkiye’nin dış politikasında izleyeceği bazı dönüm noktaları var. Bunlardan birini seçmek zorunda. Ya daha önceden oluşmuş yönetimleri destekleyecekti(statükoculuğu ) buna hayır dedi bu şıkka ve halkın demokrasi mücadelesine halkın sesine ses olmayı tercih etti. Türkiye Cumhuriyeti büyük devlet anlayışını da bugün bu dış politikasından alıyor.Halkların demokratik ve sosyal bir ortamda refah yaşama ulaşma isteğini savunması desteklemek istemektedir.Bu politika kim bilir küresel güç olma yolunda belki de kilit bir rol oynayacaktır.
Biraz düşünmemiz gereken bazı noktalar var..
Filistin Meselesinde bile 3 şart ortaya koyan bu dış politika anlayışını biraz açalım.Neydi bu 3 şey?
1. Özür dilenecek
2. Tazminat ödenecek
3. Gazze’de ki abluka kaldırılacak
Buradan anlamamız gereken şudur; İsrail ilk 2 seçeneği zaten yapabileceğini biliyor Ankara. Fakat 3. Seçenek hem İsrail’in varoluş felsefesine hem de kutsal fikrilerine aykırı olduğu bilinmektedir. Ankara bu yüzden İsrail’i köşe ye sıkıştırmak için elinden geleni yapmaya çalışmakta nitekim diz çöktürme pozisyonuna kadar işin geldiğini söylesek haksız sayılmayız. Ankara Tel-Aviv gibi otoriter yanlısı politikaların dışında halkın yanında olması Türkiye’yi bir çita yukarı atlattırmıştır.