Ülkemizde tüm hükümetler için geçerli olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti ile protokoller imzalanmaktadır. Bu protokolleri imzalamaktan kaçınmak diye bir şey sözkonusu olamaz. Çünkü KKTC bu yardımları almadığı durumda resmen iflasın ve çöküşün eşine gelecektir Ben iktidar olsam imzalamam veya benim hazırladığım protokolü Türkiye’ye imzalatırım diyenler kusura bakmasın ucuz cesurluk yapmaktadırlar.
Yukurıda da belirttiğim gibi KKTC ekonomisi Türkiye Cumhuriyeti’nin yokluğunda Yünanistan ve Güney Kıbrıs’tan farksız bir durumdadır. Hatta, yapısal olarak Güney Kıbrıs’tan fevkalade de kötüdür. Buna itirazı olan öncelikle 2013-2015 ekonomik programında yer alan borç stoku rakamlarını incelesin. 2011 yılına göre; KKTC toplam borç stokunun GSYİH'daki Payı % 121.8 olarak verilmektedir. Bu rakam Yünanistan’ın iflas bayrağı çektiği zamandaki orana eşittir. Peki bütçe açığımız ne durumdadır acaba. Türkiye Cumhuriyeti tarafından gerek hibe gerekse kredi adı altında finanse ettiği açığın GSYİH’ya oranı % 12 civarındadır. Bu oran ise, Avrupa Birliği’nden kurtarma paketi taleb eden İrlanda’nın bütçe açığına denktir.
Teknik olarak iflas durumda olan bir ülke olarak yardım almak için TC ile protokol imzalıyoruz. Ancak, bu protokü bahane olarak görüyoruz ve maalesef gerek iktidar gerek muhalefet gerekse mevcut sistemden nemalanan başta sendika olmak üzere çıkar gurupları protokolü uygulamamak için elimizden geleni yapıyoruz. Samimi olarak ifade etmek gerekirse imzalanan protokollerin başta iktidar olmak üzere statükodan nemalanan herkes tarafından gönüllü olarak kabul edilip uygulanması için çaba sarfetmelerini beklemek doğanın tabiatına aykırı olup hayalcılıktır.
Bu protokolü uygulamak demek oy potansiyeli taşıyan statükocu kesimleri en azından kısa vadede rahatsız etmek ve seçimi kaybetmeyi göza almaktır. Bu açıdan, muhalefet partileri ve sendikalar protokole ezbere karşı çıkarken iktidar partileri ise protokolün tatlısını (açılışlar gibi) kendine acısını ise başkasına fatura etmektedir. Protokolü uygulamama ve/veya geciktirmeyi TC yetkilerine meşru göstermek için danışıklı olarak kullanılan son can simidi yavruvatan ve anavatan ilişikilerinin hassasiyeti ile KKTC insanının anavatanından soğuyabileceği ihtimalidir.
Kısaca, mevcut yapı ile imzalanan protokolleri KKTC yetkililerinin samimi olarak uygulamaya koyma ihtimali oldukça düşüktür. Bunun en bariz kanıtı bir önceki prokolde olan önlemlerin neredeyse % 80 oranda bu protokolde de yerini bulmasıdır.
Peki imzalanan protokollerin uygulamaya konması için çözüm ne? Tek çözüm Türkiye’de başvurulan Kemal Derviş modelinin “Ekonomi Koordinasyon Kurulu” aracılığıyla KKTC’de de uygulanmasıdır.
İsterseniz Kemal Derviş’i Türkiye’de ekonominin direksiyonuna getiren süreci bir hatırlayalım. Türkiye Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri ile IMF'nin 15 milyar dolarını batık bankaların bünyesinde eritmişti. Buna rağmen ekonomideki kriz ateşi sürekli yükselen bir hastayı hatırlatıyor ve 20-25 milyar dolarlık yeni bir stand by için çalışmalar yürütülüyordu. ABD gerek uluslararası ekonomik menfaatleri gerekse Ortadoğu, Balkanlar ve Ortaasya'da Türkiye'ye yüklediği misyon açısından ekonominin bu kadar zaaf içinde olmasını sadece Türkiye için değil kendisi için de tehlikeli görüyordu. Dolayısı ile Türkiye ekonomisini düzlüğe çıkarmakta samimi ve kararlı ama öncekinde olduğu gibi verdiği paranın çarçur edilmemesi için IMF'nin dilinden anlayan ve kariyeri yüksek, güvendiği birisini işin başında görmek istiyordu. Türkiye'nin moralini, yatırımcıların güvenini artırmak için önümüzdeki kritik günlerde Washington, Ankara'ya ekonomik konularda danışmanlık yapacak bir özel temsilci atamalıydı. Böylelikle, Kemal Derviş Türkiye’de ekonominin başına getirildi.
Kemal Derviş ekonomi yönetiminde tam yetkili olarak görev yürütürken sadece mali komiser olarak değil, Ecevit’in de üstünde siyasi komiser olarak da yetkilendirildi. Şöyle ki çiftçinin borç ödemeleri, kamuda çalışanlara yapılacak zam, hep onun inisiyatifinde olmuş ve serbest piyasa ekonomisine geçişi ve sürdürebilir borçlanmayı temel hedef edinmiştir. Ekonomik hedeflere varmak için ise gerekli yasal, kurumsal ve idari önlemleri almada Kemal Derviş’e özerklik veren bir sistem yaratılmıştır. İşte populizm ve statükonun baskısından kurtulmanın yolu bu şekilde bulunmuş ve Türkiye Cumhuriyeti bugünün güçlü devleti haline getirilmiştir.
Bizde de kurtuluş aynı modele başvurmakla mümkündür. 2013-2015 ekonomik programında da ifade edildiği gibi ekonomi ile ilgili kararlarda ve uygulamalarda birimler arası koordinasyonu sağlamak üzere “Ekonomi Koordinasyon Kurulu” yeniden yapılandırılarak Kemal Derviş modeli gibi yetkilendirilmelidir. Elbette böylesi bir kurulun şeffaflığı ve hesap verebilirliği sağlanmalı ve kariyeri yüksek kişilerin önderliğinde kamu ve özel sektörü dengeli olarak temsil etmelidir.