Yağmura hasret kaldık, gerçekten. Nerede o eski yağmurlar diyeceğim… Gökyüzünü çatlatırcasına, sağanak sağanak yağan yağmurlar… Ardı ardına çakan şimşekler… Yollarda oluşan minik göletler… Yağmurdan kaçışan insanlar… Telaşla şemsiyesini açanlar… Koşa koşa arabasına binenler… Sahi nerdeler ?… Her yıl bu mevsimde yağmurlar başlardı ve Kıbrıs, benim o çok sevdiğim, ikinci baharını yaşardı. Yol kenarlarında çimenler yeşerir, ağaçlar daha bir yeşile çıkardı. Bahçelerdeki mevsim çiçekleri, yaseminler, cemileler bir daha, yeniden açardı. Umut edelim bu yıl geç de olsa yağmurlar gelsin… Gelecek inanıyorum ben hem de yürekten…
Umut… Umut… Yine ve yeniden umut… Onsuz olur mu hiç… Yaşamımızın her anında o var. İnsanoğlu ne kadar olduğunu bilemediği bir süre yaşıyor ve noktayı koyuyor. Elbette sürenin uzunluğu, kısalığı önemsiz değil. Ne var ki ortalama ömürde neler yaşandığı ve nasıl yaşandığı önemli… Olaylara bakış açımız, yaşamla ve sorunlarla başa çıkma tarzımızı belirliyor. Ne kadar olumlu tutum sergilersek her şey daha kolay bir yol çiziyor.
Kısacası her insan her olaya farklı yaklaşıyor. Sorunları farklı yollarla çözüyor. Bunu yaparken de kendinden tavizler veriyor. Her kayıp bize tecrübe olarak dönüyor anlayacağınız… “ Biz bu saçları değirmende ağartmadık ya…” derler ya aynen öyle…
Bence zaman denilen haşarı çocuk hiç durmuyor. Önemli olan bizim ona ayak uydurmamız. Elimizi çabuk tutup yapmak istediğimiz, gerçekleştirmek istediğimiz her şeyi bugüne sığdırmamız. Fırsatlar karşımıza bugün çıkar. Karşınıza çıkan fırsatları, dişinizi tırnağınıza katarak en iyi şekilde değerlendirin. Çünkü bazı kapılar hayatınızda sadece bir kez açılır.
Bu cümle bana 2001 yılında gittiğim İtalya’daki bir olayı anımsattı. Tur ile Roma’da Vatikan’ı gezeceğiz. Rehberimize göre alışılmışın dışında bir kalabalık var. Güç bela biz de bahçedeyiz. Sekiz on çift görüyoruz, beyaz gelinlikler içinde damatlarla… Yaklaşınca Japon çiftler olduğunu görüyoruz.
Derken merdivenlerdeyiz… Rehberimiz heyecanla öğrendiklerini açıklıyor. Bugün 100 yılda bir gün açılan ALTIN KAPI’dan geçecekmişiz. Ne inanılmaz bir şey… Ne kadar süslü bir kapı… Barok stili süslemeler hep altınla kaplı… Yüzyılda bir rastlanan bir olaya tanık olmak beni çok şaşırttı. O özel günün yaşamıma uğur getirdiğine inandım hep…
Yarın ve yarınlar düşüncesi uzayıp gider. Erteleme huyumuzdan vazgeçmeliyiz. Ertelemeler şimdinin güzelliğini ve hazzını tatmamızı önler. Elbette yarınlar, hayallerimizin dünyasıdır, geleceğe atılan adımlardır. Hayallerimiz de gelecek tasarılarımızdan oluşur. İnsan hayal ettikçe vardır denir. Hayalleriniz hiç bitmesin… Hayal de geleceğin umududur… Yarın sevincidir…Öyleyse umutlarınız, umutlarımız hiç bitmesin… Çünkü onlar yaşama sebebimizdir, yaşama sevincimizdir de ondan…
“ akşam rüzgarı
ürperirken tenimde
içimdeki gemilerin ışıkları yanar
birer birer
yarınların sevincinden…”
( Yarın Sevinci/ Ayşe Tural)
Aman Tanrım! Yazıya iyice dalmışım. Rüzgar şiddetini arttırmış, üşüdüm… Balkon kapısını biraz aralık bırakıyorum. Gökyüzü iyice alçalmış. Cama vuracak ilk damlaları sevinçle bekliyorum. İşte ilk tıkırtı başladı bile…
Yazımı bırakıp balkona fırlıyorum. Avuçlarımı açıp birkaç damlanın oluşturduğu suyu yüzüme sürüyorum. Çok mutluyum çooook… Çocuklar gibi de sevinçliyim. Şimdi hemen en renkli kıyafetlerimi giyip Kumsal Parkı’na koşacağım. Ağaçlara, kuşlara, böceklere “ Hey ! Merhaba, ben geldim…” diyeceğim, onların yağmur sevincine ortak olacağım. İnce ince yağan yağmuru saçlarımda, yüzümde hissedeceğim…
Bereketli yağmurlarla dolu bir sonbahar diliyorum hepimize…
Ayşe Tural/ 21.9.2008
Özür: Dünkü sayımızda da yayımlanan Ayşe Tural’a ait olan bu yazı teknik bir hatadan dolayı gazetemiz yazarlarından İpek Halim’in fotoğrafıyla yer almıştır. Hatadan dolayı yazarlarımızdan ve okurlarımızdan özür dileriz.