Kıbrıs Adası jeopolitik konumu nedeniyle yüzyıllar boyu siyasi entrikalara sahne olmuştur. Yüzyıllardan beri farklı kültürlere, dinlere, dillere, etnik gruplara, medeniyetlere ve yönetimlere ev sahipliği yapan Kıbrıs, çok toplumlu mozaik bir devlet halindeydi. Kıbrıs’a Türk imajı, Osmanlı’nın 1571’de adayı fethetmesi ile girer. Kıbrıs Türkü Osmanlı Devleti’nin toplum hiyerarşisinde bulunan diğer azınlık milletlerle yaklaşık üç yüz yıl boyunca huzur içinde yaşar. Ancak 19. yüzyılda büyük toprak kayıplarına başlayan Osmanlı İmparatorluğu, ondan pay almak isteyen İtalya, Fransa, Rusya, İngiltere ve Yunanistan gibi Avrupa devletlerinin kıskacına girer. Nitekim 1878’de Kıbrıs Adası’nın İngiltere’ye kiralanması, 1914’te de yine İngiltere’nin Ada’yı tek taraflı ilhâk etmesiyle, Osmanlı Devleti saf dışı bırakılır. Buna mukabil yıllarca İngiltere sömürgesi altında yaşamak zorunda kalan Kıbrıs Türkü öz vatanında çeşitli zorluklarla karşı karşıya kalır. 1950’li yıllardan itibaren Yunanistan’ın, Ada Rumlarını kışkırtarak Megalo İdea’yı yani Enosis’i gerçekleştirmek istemesiyle Kıbrıs Türkü, İngiliz’in yanında bir de Rum ve Yunanistan’la da mücadele etmek zorunda kalır. 1955’te başlayan EOKA tedhiş hareketleri ile İngiliz-Rum tesanüdüne karşı bir aksülamel olarak 1958’de TMT’nin doğmasıyla Kıbrıs Türkleri, 1974 Mutlu Barış Harekâtına değin her türlü Rum saldırılarına karşı vatanını korumuş ve Türklüğün yaşaması için Varoluş Mücadelesi vermiştir. Türkiye’nin adaya çıkmasıyla da zafere ulaşmıştır. Yaklaşık bir asır boyunca sahibi olduğu toprakları koruyan Kıbrıs Türkü, savaşın getirdiği zorluklardan dolayı da yıllarca kültürel ve ekonomik bakımdan çok geride kalmıştır.
Kıbrıs Türkleri, 1983’te kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’ın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilân etmesiyle yeni devletine kavuşur. Yukarıda değindiğimiz tarihi sürece istinaden şovenist devletlerle yıllarca mücadele veren Kıbrıs Türkü, cumhuriyetin ilânından sonra da kendisini siyasî bir mücadele içinde bulmuştur. Cumhuriyetin ilânından bugüne dek gelinen süreçte, uluslararası platformda Kıbrıs Türk kimliğinin yok sayılması, toplumsal, politik, ekonomik, sosyal ve kültürel olarak kısıtlanan hakları için verilen yoğun bir mücadele söz konusudur. Kıbrıs Türkü tüm engel ve kısıtlamalara rağmen bugün hemen her alanda dünyevi bir seviye ve yapı içinden çok da uzakta kalmamıştır. Bunun en büyük örneği üniversitelerimizin uluslararası platformda müsbet bir ivme yakalaması olarak gösterilebilir.
Tarihi süreci ele alıp baktığımız zaman 21.yüzyıl Kıbrıs’ında toplumumuz kültürel bakımdan altın çağını yaşamaktadır. Bu yüzden tüm siyasilerin kılişeleşmiş meselelerin haricine çıkarak ülkemizde daha rasyonal ve diyalektik davranmaları kaçınılmaz olmuştur. Ülkemizin sadece üniversite bazında değil her kademesinde yenileşmesi, yeniden yapılanması için belli başlı düsturlara önem verilmesi gerekir. Bunlardan en önemlisi 21. yüzyıl dünyasında kaçınılmaz bir olgu olan ve başarılı ülkelerin epistemolojisinde yatan kurumsallaşmadır.
Gelişmiş ülkelerde, ülkelerin stratejileri belirlenirken önce siyasi hedef, buna bağlı olarak ülkenin ekonomik politikası, buna bağlı olarak sektör politikası ve nihayet buna bağlı olarak alt sektör politikası belirlenir. Dolayısıyla aşağıdan yukarıya ya da yukarıdan aşağıya bir uyumluluk vardır. Biz bu sistematiği henüz başarabilmiş değiliz. Bu şüphesiz alt yapı eksikliklerinden kaynaklanır. Herkes bir alanda, birbirinden kopuk bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bu anlamda bir anlayış ve hedef birlikteliğini hem kurumsal hem de diyalektik olarak benimsememiz gerekiyor. Herkesin bir çaba içerisinde olması sevindirici ama herkesin plânsız çalışması ortaya bir deformasyon ve alt yapı bozukluğu izlenimini çıkarıyor. Daha geniş bir perspektifle sistemli çalışmak ülkedeki kurumsallaşmayı zirveye çıkaracaktır.
Örnek verecek olursak bugün ülke ekonomisinin en büyük dinamizimi üniversitelerdir. Biz bir yandan ekonomiyi sağlamaya çalışırken, bir yandan da doğacak olan işsizlik sorununu göz ardı ediyoruz. Üniversitelerde belli başlı plânlamalar yapılarak ihtiyaca göre her bölümden mezun verilirse bu sorun kendiliğinden ortadan kalkacaktır.
Ülkedeki ekonomik seviye dünya standartlarında değildir. Bunun en büyük etkeni ise adaya uygulanan ekonomik ambargolardır. Fakat bundan sonra daha stabil bir ortam oluşabileceğini düşünerek ve dünyadaki gelişmeleri öngörerek hem devletin hem de özel sektörün, araştırma geliştirme faaliyetlerine daha çok hız vermesi faydalı olacaktır. KKTC hükümetinin koyduğu hedefler doğrultusunda ve toplumsal bütünlük içerisinde yürümesi ve değişen güncel olaylar karşısında doğru pozisyon alabilmesi Kıbrıs Türkü’nün istikbâlinde etkili olacaktır. Belirli sektörlerdeki milli yüzdelik dilimlerinin korunması, sektörel politikalarda doğru hareket edilmesi gerekir. Turizm ve eğitim sektöründe mevcut ivmeyi daha da yukarıya çekmek, ülke ve kent plânlaması, sağlık sektörü, tarım sektörü, hatta basın-yayın organlarının daha akılcı kullanılarak propaganda faaliyetlerinin daha da artırılması gibi sektörel plânlamaları ciddi alt yapı çalışmalarıyla birlikte derleyip yukarıya çekmek ülkeyi AB standartlarına daha da yaklaştıracaktır. İşte bu plânlamalarla ülkemiz belirli bir seviyeye ve siyasi güce ulaştığında, birtakım ülkelerin söz konusu ülkeye olan ilgisi de kendiliğinden oluşacaktır. Sağlıklı, sosyal ve ekonomik büyüme, birçok sorunu çözer. Fakat burada millet ve devlet olmanın parametrelerine dikkat etmek kaçınılmazdır.
Globalleşen dünyada, başarılı ülkelerin izlediği en temel politikalar yukarıda zikrettiğimiz hususlardır. Bernard Shaw’ın meşhur “Akıllı adam aklını kullanır. Daha akıllı adam başkasının da aklını kullanır” sözünden yola çıkıp sonuca varırsak, ülke siyasetçilerinin geçmişte ülkede hizmet etmiş tecrübeli siyasetçilere, hatta her sektörde Avrupalı uzmanlara ve profosyonellere istişare edilmesi KKTC’nin hızla gelişmesine ve yenileşmesine katkı sağlayacaktır.