HİKMET AFİF MAPOLAR…

KIBRIS TÜRK EDEBİYATINDAN…

KIBRIS TÜRK EDEBİYATINDAN…
Kıbrıs Türk Edebiyatına damgasını vurmuş, çok önemli ve değerli eserler bırakmış, gazeteci, yazar Hikmet Afif Mapolar’ı daha yakından tanıma fırsatı bulduğum için ve bu fırsatı bana torunu MERT MAPOLAR sağladığı için sonsuz teşekkürlerimle söze başlamak istiyorum.
HİKMET AFİF MAPOLAR...

Kıbrıs Türk Edebiyatına damgasını vurmuş yazar, gazeteci, şair, romancı, oyun yazarı... Hikmet Afif MAPOLAR'ın 19.9.1919 tarihli doğumunun 94. yılını torunu Sevgili MERT MAPOLAR ve değerli konuklarıyla birlikte kutlamaktan büyük ONUR duydum.

Böylesine değerli bir yazara /yakından tanımak adına/ torunlarının anılarıyla ona ulaşmak, kendi sesinden röportajlarını dinlemek, kullandığı daktiloları, fotoğraflarını görmek ve artık baskısı olmayan kitaplarına dokunmak muhteşemdi...
HAYATI:
Mapolar, düzenli bir eğitim görmemiş, kendi kendini yetiştirmiştir. Yazı hayatına MASUM MİLLET gazetesinde (11.4. 1931- 29.8. 1934) muhabir olarak başlamıştır. Daha sonra çeşitli gazete ve dergilerde köşe yazarlığı, siyasal polemikler yapmış, gazete/ dergiler çıkarmıştır.
Yazarın çok sayıda öykü, roman, şiir ve oyunları vardır. Ne yazık ki basılı eserlerinden bir kısmı bulunamamıştır. O zamanın gazetelerinde tefrika halinde yayınlandıkları bilinmektedir.
Kıbrıs’ın yetiştirdiği yazarlardan Ahmet Tevfik Efendi’den sonra , en çok eser vermiş, yazı yazmış gazeteci ve yazın sanatçısıdır.
Yaşadığı dönemde bir sürü takma isim kullanmıştır. Bunlar: Akdenizli Ozan, Hulki Sezai, Muzaffer Gökmen… gibi…
Geçimini kitapçılık yaparak sağlayan yazarın çok az uyuduğu, çok okuduğu ve yazdığı bilinir. Yazılarının çoğu gazete sayfalarında kalmış, onlarca öykü ve bir kısmı tamamlanmamış romanlar ve efsanelerden oluşur.
ESERLERİ:
Oyunları: Duman 1935, Mucize 1943, Toprak Aşkı 1943, Altın Şehir 1945,
Roman ve uzun hikayeleri: Kahraman Kaplan 1936, Son Damla 1937, Diken Çiçeği 1939, Son Çıldırış 1939, Meşale 1942, Kök Nal 1953, Üçümüz 1956, Beyaz Gül 1962
Öyküleri: Kahve Fincanındaki Aşk 1943, Kendime Dönüyorum 1943,
ŞİİRLERİ:
Gazete sayfalarında kalmış… Varsa da kopyaları bulunmayan, çok sayıda şiir…
DİYORLAR
Dağarcığım omzumda vardım taş saraylar Bu
saraylar mekandı dünkü kurultaylara Burda daldım
tarihin sarı yapraklarına Bozkırın kızıl
renkli altın kısraklarına Burda verdim “ Kımızı”
burada gördüm “ Duman”ı Tarihin perdesinden
dinliyorum Hakanı…
Diyorlar:
Bizdik “ Ural”dan taşan, bizdik “Tuna” ya varan
Ve bizdik Avrupa’da kasırga atlı volkan!
……………….

Bu yolu kapayamaz
İlahların ilahı
Cephesi dağıtılsa ve alınsa silahı
Başka bir cennet yapar Türk’ün şanlı adından
Gökler kapanır yere, şahlanan kanadında…
(Hikmet Afif Mapolar)

BALIKÇI GÜZELİ
(Hürsöz, 27 Temmuz 1952)
Var verin müjdeyi
Bir balıkçı düzeline
Aşık oldu
Bir balıkçı
Barbunyanın göğsü kadar
Beyaz teninde…
Ve deniz gözlerinde Aşkın
Lambaları,
Yanıp yanıp sönüyordu…
Balıkçı kızı,
Balıkçı güzeli ile evlendi…
Mis gibi balık yiyerek,
Geçindiler…
Ömürleri boyunca.
Barbunya…
Uskumru…
Stakoz…
Ha bire ha bire yediler,
Sonra ahtapota benziyen
Bir kızları oldu!
( Hikmet Afif Mapolar)

Sayın Hikmet Afif Mapolar, yaşı ilerlediğinde yazılarını kızkardeşi Hediye Hanıma yazdırırmış. İki tane daktilosuna aile sahip çıkmış. İnsan elde olmadan duygulanıyor… Bir toplu fotoğrafta da eşi Leman Hanımın da rol aldığı bir oyun sonrasında çekilmiş görüntüleri var. Yasaklara ve baskılara rağmen zaman zaman kızkardeşi Hediye Hanım da oyunlarda rol almış. Çünkü o yıllarda bir kadının sahneye çıkması hoş karşılanmazmış. Genellikle takma isimler kullandıkları görülürmüş…
Geceye katılanlardan araştırmacı- yazar Hasan Çakmak ve basın emekçisi Lefkoşa Haber Ajansından Sayın Sadettin Celalettinoğlu, geceye emek veren araştırmaları derleyip toplayan Mete Mapolar, Fatoş Keseroğlu, Değer Öksüzer (Hediye Hanımın torunu) Ed. Öğr. Oya Kutsal ve birkaç ilgili konuk daha vardı.
Kalabalık olması ilk olması açısından önemli değildi. Önemli olan gelenlerin bu konuda son derece duyarlı olmalarıydı.
Hazırlanan cd’desayınMapolar’ın kendi sesinden iki röportaja da yer verilmişti. Üstelik biri ÖZKER YAŞIN’ın yönettiği bir röportajdı.
Ben kendi adıma çok mutlu oldum. Bizden sonra değer bilen kuşakların gelmesi hoşuma gitti… Daha nicelerine diyorum…


EVLER

evler, hem birbirine benzer
hem de hiç benzemez...
rahmetli,
evlerin bacalarına takmıştı
bir bildiği vardı elbet...
yoksa durmadan
' baca tüter, tüter ama nasıl tüter
onu tüttüren bilir...' ...
der miydi?

(Ayşe Tural, Girne)

EVLER...

Yaşamımızda olmazsa olmazımızdır evimiz... Bireylerin bir yuva sıcaklığı taşıyan evlerde mutlu olduğu bir gerçektir. İster kadın, ister erkek olsun, herkes kendine ait okuma, dinlenme hatta yalnız kalabilme/ nefes alabilme/ fırsatı buldukları bir evi daha kolay benimser...

Günümüzde hep daha büyük, daha büyük mantığı ile evler yapılıyor... Oysa, büyük bir zenginlik ve gösterişle düzenl...enmiş evler, adeta galeriye benziyor. Nefes alınıp verilen yerler olmaktan çıkıyor, kuyumcu vitrinine benziyorlar... Böyle geniş alanlarda, insan sıcaklığını yakalamak mümkün müdür?

Rahatlığın ön planda tutulduğu evler güzeldir... Bir bakıma yaşanmışlık izleri taşımalı evler... Yemek kokusu olmalı mesela... Uzanılmış bir kanepede yastıkta baş izi bulunmalı... Bir köşede yanyana duran terlikler... Ya da sehpada bırakılmış bir çay fincanı... Bir insanın içini ısıtmaya yeter...

Şayet kişiler evlerinde kendilerine ait köşeler bulabiliyorsa, evliliklerinin daha iyi yürüdüğü saptanmış. Yıllar geçtikçe, eşler arasındaki anlayış ve sabır azalır. İşte o zaman herkes biraz kendi haline bırakılırsa evliliklerin daha iyi yürüdüğü görülmüş. Unutmayalım, hoşgörülü olmak ikili ilişkilerin altın anahtarıdır.

YALNIZLIK
bir karşılaşıverse bakışlarımız
gözlerim, birden kamaşsa, diyorum...

bir çalıversen yüreğimin kapısını, hani
sonlanıverse hüzünlü yalnızlığım...

dokunuverse ellerin mesela/ tesadüfmüş gibi/
alaza kesse yüzüm, terlese avuçlarım...
...
yaşam denizine bir olta da ben sallasam
ve sen çıksan bahtıma...

sensiz ve sessiz akşamlara
birlikte koysak noktaları...

bil ki,
yalnızlığadır tüm yakarışlarım...

(Ayşe Tural, Girne)
GÜVENMEK
Güvenmek de.... Kime, ne zaman, nasıl? Söylendiği kadar kolay değil...
Günümüz hızlı iletişim ve teknoloji çağı... Her şey alabildiğine mekanik... Üstelik insanlar birbirinden bu kadar kopuk ve uzak yaşarken...

Ruhumuzun yetişemediği bu hızda hepimizin ihtiyacı olan şey: İNSANın insana duyduğu sevgi, yakınlık, ilgi ve anlayış... Duygu ve düşünceleri paylaşma olgusu... Paylaşırken de en birincil aradığımız şey, GÜVEN duygusu...

Aslında tüm ilişkilerde ilk adım buna dayalıdır... Güvensizlik bizi tedirgin eder. Kendimizi saklama ihtiyacı hissederiz... Biz, biz olamayız...

Karşımızdakinden beklediğimiz şekilde/ önce -BİZ- dürüst olarak/ açık kalple davranarak/ içten, sıcacık bir ses tonu kullanarak konuşursak eğer/ böylece karşımızdakine doğru mesaj vermiş oluruz. ' İşte ben, gördüğün gibiyim... Sen de benim gibi davran...' Sonuçta ilk adımı da atmış oluruz ... Ne dersiniz? Deneyelim mi?

KAPI ARALIĞI

bir kapı aralığındaydı
çocukluğum
kiraz çiçekleri gibi coşkulu...
düşlerim
oyunlarım
masal kitaplarımla
biraz öksüz
biraz suskun ben......

bir kapı aralığında kaldı
gençliğim
şen kahkahalar
sıcacık bakışmalar
özlem yüklü yürekler
söylenmemiş türküler gibi...
sevdalarımla
boynu bükük
mahzun ben...

bir kapı aralığındayım şimdi
gerçeklerle yüzyüze
yitirilmişler
kazanılmışlar
geçip gidivermiş ömrün
SONBAHAR'ında ben...

bir kapı aralığında
sıkıştı kaldı yüreğim...

GÜZELYURT YEŞİLADA LİONS KULÜBÜ…
Akşamüstü ise Güzelyurt Yeşilada Lions Kulübünün davetlisi olarak oradaydım. Başta kulüp başkanı sevgili Neval Hanım olmak üzere, etkinliğe katılan tüm kulüp üyelerine, şahsıma gösterdikleri ilgi ve sevgi için minnettarım...
Başka dünyalara girmek, yeni yüzler tanımak, yeni yüreklere dokunmak fevkalade güzeldi...
Geçen haftadan sizlere bilgi verdiğim bu toplantının fotoğrafları bu hafta elime geçebildi.
Benim için gerçekten hoş bir akşamdı. Toplantı sonrası birbirimizden ayrılmayı hiç istemedik. Yol boyunca, ıssız ve karanlık çevre beni gerçekten ürküttü… Yolda tek tük araçlara rastlıyordum. Hafta sonu olsaydı eminim trafik yoğun olurdu.
Ne var ki Lefkoşa’ya yaklaşırken gece kulüplerinin reklam panoları, yol kenarlarındaki ışıklandırmalar doğrusu beni çok şaşırttı. Kendimi dev bir şehre girer gibi hissettim…
Bu da toplumumuzun bir başka kanayan yarası… Kulüplerden çıkan dizi dizi arabaların çokluğu da ayrı bir konu… Akşam 22.30 sıraları… Herhalde hatunların çoğu, eşlerinin yemekten döndüğünü anlatıyorlardır birbirlerine…Ben olsam ara sıra kontrol ederdim… Gerçi “ Bozacının şahidi şıracıdır…” derler. Onlar yalancı şahitlerini önceden hazırlamıştır… Elbet onlar “ Minareyi çalan kılıfını hazırlar…” misali gereken önlemlerini önceden almışlardır…

SONRALARINIZ

ne zamandan beri bu sonralar
zamanı ötelere iteleme telaşı...
keşkelere tutunurken
nasıl da kayıp gider, elinizdekiler...

FARKINDA MISINIZ?

bir sonradan görme,...
şaşkın bir ivecenlikle
bin bilinmezliklere karışır
SONRAlar sonraları doğurur...

sabırtaşına inat
zamanlar kayıp giderken
sonraların nal seslerini
DUYUYOR MUSUNUZ?

(Ayşe TURAL, Girne)

KARARSIZ
seviyorum, diyorsun
yalan söylüyorsun...
özledim, diyorsun
gelmiyorsun...
seninim, diyorsun
aklın başkasında...
SUYUN ISINDI
haberin olsun...
(Ayşe Tural, Girne)


AŞK BUNUN NERESİNDE?
Geçenlerde bir kafede oturmuş, arkadaşımı bekliyordum. Yan masada oturan kızlı erkekli bir genç grubu, gürültülü bir biçimde; birbirlerini dinlemeden, anlamadan, her kafadan bir ses çıkararak konuşuyor...
Gruptaki kızlardan biri: Dağınık saçlı, son derece salaş giyinmiş, ASİ tipli, ağzını yaya yaya sakız çiğneyen, ara sıra da “Aşkııım…” diye nara atan bir kız... Göz estetiğim...i bozduğundan beni sinirlendiriyor... Başımı ne tarafa çevirsem, ister istemez gözüm ona kayıyor.
Derken neredeyse kucağına yattığı gencin, az ötedeki masada oturan kıza baktığını anlayınca çığlığı basıyor. “ Aşkııııım…” Öldün demek istiyor, öldün sen… Parçalarım seni… Paramparça yapıp köpeklere atarım seni…
Nasıl bir aşk mantığıysa… Bakanda da var elbet bir şeyler… O da sütten çıkmış ak kaşık değil hani…
(Ayşe TURAL, Girne)
ŞİRKET
mutluyum demişsin
duvarda
düğün fotoğrafın asılıymış
hem de en büyüğünden...
emin misin?
gözlerinin pırıltısı
sesinin rengi kalmamış, dediler...
desene
sizinki de AİLE ŞİRKETİNE dönmüş...
(Ayşe Tural, Girne)

YAŞAMIN SONBAHARLARI
Yaşamın sonbaharları hiç olmasa diyorum, hani... Diyorum da, o zaman da yaşam, bu denli tatlı olur muydu? Süreklilik, değişmezlik insanı bıktırır... Hep aynı mevsimi yaşamak gibi...

İşin doğrusu, hangi mevsimi yaşadığımız değil; onu nasıl yaşadığımız önemli... Hoşluklarla, güzelliklerle süslendiği, keyif alındığı zaman, her mevsim ayrı güzel... Yeter ki yüreğiniz SEVGİLERE açık, kanatlarınız da o SEVGİLİLERE doğru uçmaya hazır olsun...


HAYATIN İÇİNDEN…
Kimsiniz, hangi yaştasınız, cinsiyetiniz ne, ne iş yapıyorsunuz? Soruları dilediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz benim yerime… Sonuçta değişmeyen, hepimizi özünde ilgilendiren tek şey YAŞAM…
Sizlere bu hafta da SÖZ ve GÖNÜL dağarcığımdan bir şeyler sundum. Umarım PAZAR gününüz huzurlu ve mutlu geçiyordur. İYİLİKLERLE KALIN EFENDİM…
AYŞE TURAL, GİRNE 21Eylül 2013

Bu haber 3395 defa okunmuştur

:

:

:

: