Eğer siyasi istek ve çözüm için gerekli dürtü varsa Kıbrıs sorununun her boyutunu şöyle veya böyle bir acı reçeteyle, iki halkın bazı acı ödünleri göze almasıyla çözüme ulaştırabilmek mümkündür. Adanın travmatik geçmişi dolayısıyla bir alanda ise arzu olsa da çözüme ulaşabilmek pek de o kadar kolay olmayabilir: Kıbrıs Türklerine ve Kıbrıs Rumlarına güven duygusu nasıl verilebilinir?
Kolaycılığa kaçıp adanın iki halkı arasındaki güvensizliğin, itimatsızlığın ve azalmakta olmasına rağmen devam eden düşmanca duyguların esasında İngiliz koloni yönetiminin “böl ve yönet” taktiklerinin doğal bir sonucu olduğunu iddia edebiliriz. Kıbrıs Rumları 1963 Noelinden 1974’e kadar Kıbrıs Türk halkına yaptıkları mezalimi unutmak, görmezden gelmek isteyebilirler. Kıbrıs Türkleri Rumların 1974’de yaşadığı travmayı 1974’e kadar yaptıklarının yanında devede kulak kaldığını hatta daha kötüsünü bile hak ettiklerini düşünebilirler. Ancak 1974’ün de Kıbrıs Rumları açısından ne derece büyük bir maddi ve aynı zamanda psikolojik travma olduğunu görmek gerekir.
Malum, adanın her iki tarafında da aşağı yukarı aynı araç plakaları kullanılıyor. Malzeme aynı, renkler aynı, kullanılan yazı karakteri aynı. Tek fark araç plakalarında bir tarafta iki harf, diğerinde üç harf kullanılıyor rakamların yanı sıra. Bu küçücük fark vahşi, faşist, aşırıcı unsurların Rum kesiminde Türk araçlarını ayırt etmesine ve bu araçlara saldırmasına yetip de artıyor bile ama. Nitekim neredeyse her birkaç ayda bir Rum kesiminde bir Türk aracına saldırıldığı haberi basında yer alıyor.
Niye? Sebep basit. Bu gibi saldırılarla veya “Türklere ait ne bulduysa ona saldırarak” Kıbrıs Türk halkından veya adadaki Türk varlığından intikam alacağına inanan manyaklar, faşist kafalılar ve hatta ırkçılar Rum toplumunda varlıklarını devam ettirebiliyorlar. Türk tarafında ise bu gibi olaylara çok ender karşılanılıyor karşılandığında ise sorumlular yakalanıp adalet önünde hesap verdiriliyor. Niye peki Rum tarafında bu gibi nefret vakaları daha sık görülüyor?
Aslında gayet basit sebepler var. Birisi Rum tarafında intikam duygusu boyuna siyasilerce, okullarda ve hatta Kilise tarafından topluma şırınga ediliyor. İntikam almanın kutsallaştırıldığı bir halkta birisinin intikam almaya girişmesi yasal açıdan suç oluştursa bile suç olarak algılanması o kadar mümkün olamıyor. Türk tarafında çok daha az benzeri nefret suçlarının işlenmesi neyi gösterir. Muhakkak sosyologların buna daha detaylı cevapları vardır ama kanımca 1974’de geçmişin hesabının verildiğini, yeni bir başlangıç yapıldığını düşünüyor olabilir Kıbrıs Türk halkı. Belki o sebeple böyle nefret suçu vakalara fazla bulaşmıyorlar.
Rum tarafında öyle mi? Bir yandan her gün Türk düşmanlığı devlet tarafından pompalanıyor. İntikam alınacağı edebiyatı yapılıyor. Diğer yandan okullarda Türk vahşeti anlatılıyor, Kilise intikamı kutsuyor. Diğer yandan Türk tarafında benzeri suçları işleyenler polis tarafından yakalanıp adalet önünde hesap verdirilirken Rum tarafında bu suçları şikâyet edenler olmadık işkencelere maruz bırakılıyorlar. Benim de başıma geldi. Rum tarafında arabam bir boydan bir boya çizilip üzerine bir de sprey boya atıldığını görünce polise şikayet etme gafletinde bulunmuştum.
Sen misin şikayet eden, akşam 19:00’dan sabah 07:00’ye kadar 12 saat şikayetimin alınabilmesi için tercüman bekledik. Benimle her türlü sohbeti İngilizce yapabilen polisler nedense şikâyetimi ille de tercüman vasıtasıyla almakta ısrar edip bütün bir geceyi sandalye üzerinde tercüman bekleyerek geçirmemi başardılar. Şikayeti geriye de alıp kurtulamıyorsun. Bir acayip işkence.
Niye peki? Sebep basit, bezdirmek. Polis de kendince intikam alıyor.
Ne var ki muzdarip olduğum işkence sadece bana özgü değildi… Her şikayete yeltenen Kıbrıs Türküne uygulanıyor. Amaç bezdirmek. Amaç intikam almak. Amaç “efendi kim” öğretmek.
Bu kafanın olduğu yerde güvenden, karşılıklı birbirine inanmadan bahsetmek elbette ki mümkün olmuyor. Zamanın şahit olduğu acı olaylarla harap olan toplumlararası güven ortamı elbette bu ve benzeri davranışlarla daha da bozuluyor, tamir olma imkânı bulamıyor.
Şimdi gelelim bam teline. Eğer Kıbrıs Rumlarının herhangi bir çözümde olmazsa olmazlarının en önemlisi adada tek bir Türk askerinin kalmaması ise ve Kıbrıs Türkleri de yaşadıkları travmatik yakın tarih dolayısıyla Türk askeri olmadan güvenliğinin olamayacağına inanıyor ise bu sorun nasıl çözülecek?
BM veya Avrupa Birliği güzü işe yarar mı? Şaka mı ediyorsunuz? 1963 olaylarından sonra Mart 1964’de adaya Barış Gücü yerleştirilmedi mi Güvenlik Konseyi kararıyla. Ne idi amaç? Kan dökülmesini durdurmak. Ne oldu? BM Barış Gücü hükümet otoritesini sağlama maksatlı hizmet gördü, Türklerin mezalim görmesine, katledilmesine sadece seyirci kaldı. BM veya AB gücü benzeri bir durumda farklı mı davranacak?
Efendim şimdi 1963-1974 dünyası yok. Durum farklı. İşler o şekilde olmaz. Veya benzeri açıklamalarla durum görmezden gelinebilir ama gayet nettir esasında: Her ne kadar son zamanlarda Türkiye de kültürel asimilasyon çabalarına girişmişse de Kıbrıs Türk halkı Türkiye haricinde kimseye güvenmemektedir.
Peki bu sorunun cevabı nasıl bulunabilinir?
Basit. Ya Türkiye’nin AB üyeliği sağlanarak Kıbrıs Rumları ve diğer AB üyesi ülkelerin halkları gibi Kıbrıs’ın tümünde Türk halkının da eşit yerleşme, dolaşma, mal edinme, iş kurma ve sair haklara sahip olması veya o hakların Türk halkına üyelik olmadan de verileceği bir anlaşma sağlanması.