Devleti kökleştirmek

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin dört bir köşesinde dün yerel seçimlerle birlikte Anayasa değişiklikleri için de referandum yapıldı. Kazanana, kaybedene hayırlı olsun.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin dört bir köşesinde dün yerel seçimlerle birlikte Anayasa değişiklikleri için de referandum yapıldı. Kazanana, kaybedene hayırlı olsun.
Bütün partilerin uzlaşıyla meclisten geçirdiği anayasa paketine gelince, son dakikada utangaç bir şekilde “biz yaptık, bu kadar oldu… Aman ha oy verin” der gibi bazı liderlerin sözde destek vermesi haricinde doğrusu kampanya döneminde kimse bir şey anlatmadı. Tüm “destek veren” partiler sınıfta kaldı, KKTC’ye zaten karşı olan ve vatandaşlık hisleriyle davranmayan üç-beş kişi ise beklenildiği şekilde menfi propaganda yaptılar; onlar zaten her şeye karşı…
Kabul edilmeli miydi, yoksa reddedilmeli miydi bu değişiklikler? Yapanlar halka anlatmadı, vazifelerini yerine getirmedi. Sonuç ne olur ise olsun, bu nokta önemli. Bu paketin babası Tufan Erhürman ile birçok konuda fikir ayrılıklarım olabilir. Onun da istediklerini tam olarak gerçekleştirebildiğine inanmıyorum. Ama vatanseverliğinden zerre kadar kuşku duymadığımdan yapılan işin yararlı olacağı düşüncesindeydim hep. Peki yazıp çizen, bu konuları düşünen birisi olarak ben yeterince bilgilendirilebildim mi? Hayır! Elbette başta benim eksikliğim ama daha etkin bir şekilde niye bu değişikliklere ihtiyaç duyulduğu, niye şimdi yapıldığı, niye başta söz verilen birçok konunun dışarıda bırakıldığı vesaire vesaire anlatılması gerekmez miydi?
Doğrusu ben “yetmez ama evet” sözünün Türkiye’de ne ciddi sorunlar çıkardığını yaşayıp gören birisi olarak o zihniyete tümden karşıyım. Bu paket de doğrusu çok eksik yasalaştı. Peki “yetmez ama evet” mi?
Ben oy vermeyi gerekli görmedim. Bu da elbette ki bir vatandaşlık hakkıdır ve “aman ha oy verin yoksa karşıtlara yarar” gibi anti-demokratik yaklaşımı kabul etmek mümkün değil. Bu paket olumlu birçok öğe içermekle birlikte benim beklentilerime cevap vermediği için, hatta çocuk hakları, kadın hakları ve yabancı hakları gibi birçok alanda gerilemeye kapıyı açık bıraktığı için oyuma layık bir paket görmedim. Kısaca, yetmez ise hayır bence daha uygun bir karardı.
Yerel seçimlerde adaylar ile ilgili çok sıkıntı yaşandı. Ulusal güçlerin adayları ben-merkezci bir anlayışla, üsten empoze ile, yerel örgütleri dışlayarak yapıldı. Sonuç ortada. Ne son dakika adaylarının bir kabahati var, ne de “bu benim partim değil artık” deyip partileriyle yollarını ayıran o partilere ömür harcayan kişilerin. Demokrasi ille de kazanılacak bir oyun değil. Kurallarıyla oynanmalı, kaybedilecekse bile kuralları içerisinde geleneklere, göreneklere, normlara uygun, örgütler dışlanmadan ve demokrasinin örgütlü toplum işi olduğunun farkında olarak yapılmalı. Kişileri sevebiliriz, sevmeyebiliriz. Ama, hiç sevmediğimiz bir eski görevlinin “bu oyun böyle oynanmaz, kuralları zorlamayın” diye haykırışını ille de “görevde değil ya, hönkürüyor” diye horlayamayız, horlamamalıyız.
Seçimde elbette kazananlar ve kaybedenler olacaktır. Kazanmak tabii ki arzu edilen ama kaybeden için de dünyanın sonu değil.
Sabah yine güneş doğacak. Hani ne diyordu o bir zamanların muteber Tercüman gazetesinin başlığının yan tarafında: Her gün bir yeni dünya kurulur.
Umarım yerel seçimler KKTC’de demokrasinin kökleşmesine katkı koyacak sonuçlar doğurur.
KKTC’nin kökleştirilmesi deyince, bir hakkı da teslim etmeden duramayacağım. Yıllardır hep altını çiziyorum ama herhalde pek fazla başarılı olamadım anlatmakta. Kıbrıs sorunu Kıbrıs Türk halkının ortak meselesidir. Sağı, solu, ilericisi, gericisi olamaz. Bu halkın refahı, mutluluğu ve geleceğini esenliğe kavuşturmak azminde olanların tümünün çabalarına şapka çıkartmak, hiçbir gayreti reddetmemek gerekir.
Seçildiği günlerde İkinci Cumhurbaşkanımız Mehmet Ali Talat ile bir görüşmemizde “artık desteğinizi bekliyorum” dediği zaman ben “Sayın cumhurbaşkanı, size oy vereyim vermeyeyim, siz benim halkımın cumhurbaşkanısınız, size saygısızlık halkıma saygısızlıktır. Elbette ki hakla hizmette emrinizdeyim” demiştim, hatırlayacaktır. O sözü söylememin sebebi o zamanlar Ankara’da Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in bir türlü Talat’ı hazmedememesi ve randevu vermemekte ısrarıydı. Geçti tabii o günler.
Bir çok kez Dışişleri Bakanı Özdil Nami’yi eleştirdim. Bazen haklıydım, bazen eksik bilgilenme dolayısıyla doğru değerlendirme yapmamıştım. Ancak her zaman Nami’nin vatanseverliğine, çapına, becerisine, bilgisine güvendim. Dışişleri bakanlığında tahminimin çok ötesinde başarılı hizmetler veriyor Nami. Gerçi önceki bakanın felaket performasyonundan sonra kim gelse başarılı olurdu diye de iddia edilebilinir, belki de doğrudur, ama Nami’nin “yoğurt yiyişi” farklı.
Her ne kadar “proaktive” olacağım derken bazen “paralel görüşmeci” gibi bir durumun ortaya çıkmasına sebep oluyor ise de, sanırım o sorunları da geride bıraktık ve artık uyum içerisinde hedefe odaklanmaya başladık. Nitekim son zamanlarda bir yandan Görüşmeci Kudret Özersay’ın diğer yandan Nami’nin dünyada mekik dokumaları özlediğimiz bir fotoğrafı gözlerimizin önüne sermeye başladı: Ahenk içinde bir KKTC.
Son zamanlarda Dışişleri Bakanı Nami’nin yabancı elçilerle çok dostane temasları ve “resmi” olmayan ama “çalışma yemeği” şeklinde gerçekleştirilen yemekleri Kıbrıs Türk basınında çok fazla yer almasa da Rum basınında çok geniş yer buluyor. Nitekim Rum liderliğini elçiliklere ültimatom verip bu görüşmelerden sakınmaya çağırması yaşanılan paniğin boyutunu ortaya koydu.
Bu gibi temasların KKTC’yi dünyaya anlatmaya, dolayısıyla da KKTC’yi kökleştirmeye hizmet ettiğini unutmamak lazım. Çözüm olsa da olmasa da daha güçlü bir KKTC Kıbrıs Türk halkının temel çıkarınadır.
Geçenlerde Ankara’daki İngiliz Büyükelçiliği’nden önemli kişiler Larnaka üzerinden Kıbrıs’a gittiler.Rum liderNikosAnastasiades, Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ve çok sayıda Kıbrıslı Türk ve Rumla bir araya gelip Kıbrıs sorununu konuştular. Benzer şekilde bir de gayrı-resmi olarak bir grup elçiliğin ikinci adamları – ama bu kez Ercan’dan – KKTC’ye gittiler. Onlar da gayrı-resmi birçok temas yaptılar.
Sonuç ürkütücü… Ortak izlenim Rum tarafının çözüm talebinde “samimi” olduğu, bazı geçici sorunlara rağmen “en kısa sürede çözüme ulaşmak istediği” ama Kıbrıs Türk tarafının başta “daimi derogasyon” talebi gibi “aşırı” istekleriyle süreci zora soktuğu…
Kıbrıs Türk tarafının Ab temsilcisine güvenmemesi de bir sorun olarak dile getiriliyor. Türk tarafının “AB müktesebatına uymaz” diye reddettiği her talebin arkasında “iyi niyet yoksunluğu, işgüzarlık, alavaredalavare” aramak yerine belki bir AB eski görevlisini danışman alarak taleplerini “müktesebata uygun hale getirerek” sorunu halledebileceğinden söz ediliyor.
Bu sözleri ciddiye almakta yarar var diyorum…
Bu haber 1695 defa okunmuştur

:

:

:

: