İnsanlar dört ana guruba ayrılmıştır.
*** Birinci gurup, “Bilmeyen ve bilmediğini de bilmeyen”. Bu tiplerden uzak durun tavsiyesi yapılır.
*** İkinci gurup, “Bilmeyen ancak bilmediğini de bilen”. Bu tipler için, “zararsızdır ve onları öğretebilirsin” denilmekte.
*** Üçüncü gurup, “Bilir, ancak bildiğini bilmez”. Yani , bildiğinin farkında olmayan, uyur kişiler. Onları “uyandırın”,
*** Dördüncü gurup, “Hem Bilir, ve hem de bildiğini de bilir”, Aklı selim ve emin olan bu tipler için de “Onları takip edin” tavsiyesi yapılmakta.
“Bizleri yönetenleri hangi kategoriye koyarsınız” sorusu bu aşamada yerinde bir soru olur diye düşünüyorum. Kişisel cevaplarınızı işitmeyi çok arzularım.
Esas konuya geleyim.
Ekonomi bilimi “rasyonel” kelimesi üzerine kurulmuştur. Kaynakların rasyonel kullanımı tarifi yapılırken, vurgulanan rasyonel kelimesidir.
Rasyonel olma, kişinin yapacağı değerlendirmelerde bağımlı kalması elzem olan temel prensip, kişinin tüm inanç ve değer, amaç ve aksiyonlarının, bilincin dikte ettiği kurallara ters düşmeden, tezat kabul etmeyen mantıki düşünce prosedürlerine dayandırılması prensibidir. Bu prensibe bağımlı kalmak ise tamamlayıcı ikinci bir gereksinimdir.
Her şeyden önce ekonomimizin yönetimindeki yapımıza bir bakalım. Ekonomiye bir bütün olarak gözlemleyen kim? Tümünden sorumlu olan kim? Hazine eğer gelir artırma hedefini vergilendirmelerle artırmayı yeğliyor ve bu bağlamda da dolaylı vergileri artıracak “ İthal mallarında %4 bir stopaj vergisini uygulama kararı alırsa, hangi ekonomik rasyonalitenin ve bilimsel tartışmaların bir neticesi ve eseridir? Özel sektörün önünü açma yolunun, mevcut sanayiyi korumak olduğu mu zannediliyor? Yönetenlerin hangi insan kategorisinden oluştuğunun daha bariz bir kanıtı mı var? Ama suç yine bizlerin. Bir ekonominin yönetimini ve gereken kadronun oluşumunu bilir kişilere değil de koalisyonu yaşatmayı amaçlayan parti politikasına terk edersek, onların yetenek düzeyinin alabileceği kararları da, bedelini ödeme pahasına sineye çekmek göze alınır mı ey sevgili vatandaşım?
Realiteleri sezinleme, değerlendirme yeteneğini yitirmiş olmak, bir anlamda muvazeneyi kaybetmiş olmakla eş anlamlı ise, yukarıda değindiğim ithal mallarında %4 stopaj vergisi uygulama realitesini de bir muvazenesizlik diye addetmek gerekir.
Bilimselliğe dayanmayan, ekonomik akıldan uzak tatbikatlar zincirinin oluşturduğu realiteleri kabullenmek de muvazenemizi kaybetmiş olduğumuz şeklinde nitelendirilmeyecek mi?
Toplumun gelecek neslinin istihdam kaynağı, devlet kapısının açılmasıyla değil, rekabete dayalı bir ekonomik düzen içerisinde özel sektörün önünün açılmasıyla, girişimcilerin, yatırımcıların teşvik edilmesiyle mümkün kılınacaktır.
İlgililerin dikkatini çekmek istediğim bir husus var.
Digitürk’ün Londra borsasında kaydolunacağı haberini kıvançla öğrendik.
Digitürk misali, KKTC kuruluşları için de, Londra değil de İstanbul borsasında kaydolmak için hem kurumlaşmayı özendirici girişimler düşünülür mü?
Küçük hissedarları koruyucu gerekli yasal altyapıların hazırlığı ve tamamlanması ne durumda?
Buna ilaveten gerekli murakabe ve tahkim yasalarının işlerlik kazanmasının sağlayacağı imkanlar az olarak mı düşünülüyor ki bir türlü tamamlanmıyor?