İslami anlayışı hayatımızda yaşarken birçok engellerle karşılarız. Bu engellerin ilki, insanların İslami anlayıştan yüz çevirmeleri ve davetine kulaklarını sağırmışçasına tıkamalarıdır. Müslüman, insanların yüz çevirmesi ağır gelip, azminde ve sebatında gevşeklik göstermesine neden oluyorsa; bu takdirde kendiliğinden İslam davetini kabul edenler dışında kimseye bir şey veremez ve faydalı da olamaz. Böylece o, daha yolun başlangıcında başarısızlığa uğramış demektir. Artık ondan, Allah'a davet edenlerin kervanıyla birlikte yürüyerek hedefe ulaşması beklenemez.
Ancak insanları Allah yoluna davet etmek için çabalayan o yolda görev alan herkesin, nefsini yoldaki engellere alıştırması ve davet ettiği hususlara insanların hemen yakınlık gösterip kolaylıkla karşılamayacaklarını bilmesi gereklidir. Çünkü o, insanların iç içe oldukları ve üzerinde bulundukları inanç ve adetleri terk etmeye davet ediyor. Yine o, geleneklerine, törelerine, arzu ve isteklerine ters düşen ölçü ve değerlere davet ediyor..
O halde, Müslüman davanın tebliğinde sabretmek ve sabır yardımlaşmasında bulunması gerekmektedir. Her ne kadar insanlar yüz çevirseler de, terk etseler de... Çünkü Hz. Resulullah aleyhissalâtu vesselâm bu sahada bizim için en güzel ve en hayırlı örnektir. Ve o, Allah yolunun davetçileri için en yüce misaldir. İlahi tebliğ ve davetini, onların yüz çevirmelerine ve alay etmelerine rağmen, çarşılarda, panayırlarda kabilelere ve fertlere ulaştırıyor. İslam’ı tebliğ etmek uğruna uzun mesafeler kat ediyor. Yeri geldiğinde doğup büyüdüğü yeri terk etmesi ile beraber birçok meşakkatlere katlanıyor, fakat yine de o tebliğ ve davet işinde yılmak nedir bilmiyordu. İslam Davası için, durmadan didiniyor, çalışıyor ve uğraşıyordu... Çünkü yüklendiği Misyon, yüklendiği davayı İnsanlara ulaştırması gerekirdi…
Kur’an. bu mana etrafında bizim için bir çok ibretleri kıssa halinde anlatıyor. Efendimiz Hz. Nuh aleyhissalâtu vesselâm’ı yaklaşık on asır onların yüz çevirmelerine rağmen, kavmini Allah’a davet yolundaki sabrın en güzel örneklerdendir: “Nûh şöyle dedi: 'Ey Rabbim! Gerçekten ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim. Fakat benim davetim ancak onların kaçışını artırdı. Kuşkusuz sen onları bağışlayasın diye kendilerini her davet edişimde parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, inanmamakta direndiler ve büyük bir kibir gösterdiler. Sonra ben onları açık açık davet ettim. Sonra, onlarla hem açıktan açığa, hem de gizli gizli konuştum. Dedim ki: ‘Rabbinizden bağışlama dileyin; çünkü o çok bağışlayıcıdır.” (Nuh Suresi: 5 – 9)
Hz. Yunus aleyhissalâtu vesselâm’in kavmiyle olan ilişkilerini de hatırlamamız gerekir. O, kavminin kendisinden ve davetinden yüz çevirmesine kızarak, bulunduğu bölgeden çekip gitmiştir. Allah'ın emri olmaksızın davet yerini terk edişi neticesi başına gelenlerde, faydalanılacak birçok ibretler vardır. Yüce Rabb'ımız (c.c), Allah'a davet eden herkesin bu olaydan ders ve ibret alması için bu kıssayı Kur’an'da zikretmiştir. “ Peygamberin üzerine düşen ancak tebliğdir. Allah sizin açıkladığınızı da, gizlediğinizi de bilir.” (Maide Sûresi-99) Böylece Allah'a davet edenler, hiç bir zaman neticeden sorumlu değildirler. Çünkü hidayet veren ancak ve ancak Allah (c.c)'tır: ' Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediği kimseyi doğru yola eriştirir. O doğru yola gelecekleri daha iyi bilir. ' (Kasas Sûresi-56)