Isle Of Man Model’i seçenek
Doğu Akdeniz hidrokarbon yataklarında, Kıbrıslı Türkler adına sismik araştırmalar 9’uncu parselde halen devam etmektedir. Sırada parsel 2 ve 3 vardır. Ardından platform getirilmesi de gündemdedir. Barbaros Hayrettin’i gözetleyen Türk donanmasına ait firkateyni mazeret gösterip, müzakere masasını terk eden NicosAnastasiades, müzakere masasına geri dönmek ve masadaki pazarlık gücünü güçlendirebilmek için başka manevralar da düşünecektir. Türk tarafının tutumu bu aşamada ne olmalıdır? Sürekli masaya dön çağrısı yapmak yeterli midir? Bölgedeki kaynakların hakimiyetini, sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti’ne” bırakmak doğru bir karar mıdır? Türk tezleri açısından bakıldığında tüm soruların yanıtı elbette Hayır olur.
KKTC’de Cumhurbaşkanlığı seçim propagandası dönemine kısa bir süre sonra girilecek ve propaganda dönemi aktif olarak yoğunlaşacaktır. Ancak, seçime kadar Kıbrıs sorununun halli yönünde herhangi bir kesin sonuca ulaşılamayacağına dair bazı işaretler vardır. Tüm bu gelişmeleri önceden hesap eden BM Genel Sekreter Danışmanı AleksanderDowner’in istifa gerekçesi, zamana oynamak isteyen Rum oyunu değil midir? Adam bıkıp usanmış, bu görevi daha fazla devam ettiremeyeceğini açıklamıştı.
Her türlü girişime rağmen çözümün sağlanamaması halinde, Kuzey Kıbrıs’ın siyasi geleceği ve ekonomisinin akıbetinin ne olacağı, doğrusu herkeste merak uyandırmaktadır!
Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, çözümün sağlanması, hem Kıbrıslı Türklerin, hem de Kıbrıslı Rumların çıkarınadır. Siyasi ve ekonomik eşitliğe dayalı bir çözüm, her iki tarafın da çıkarına olacağına göre, varılması muhtemel çözümden tüm Kıbrıslılar kazançlı çıkacaktır. Peki anlaşma sağlanamaması halinde, KKTC’nin akıbetinin ne olacağı ile ilgili sorunun cevabı hala akıbetini korumaktadır. “Full parity” dediğimiz, iktisadi ve siyasi yakınsama (economicandpoliticalconvergence) sağlanması halinde herhangi bir sorun olmayacağı gibi, bunun tersi veya tek taraflı bir yakınsama ile anlaşmaya varmanın, ne kadar kalıcı olabileceği hususunda ciddi endişelerim vardır. Böyle bir anlaşmanın uzun ömürlü olacağını ben düşünemiyorum. Rumların gaz paylaşımı ve münhasır ekonomik hakların kullanımı konusunda şu ana kadar sergilediği tavır, maalesef iktisadi yakınsama yerine, iktisadi ıraksamayı (economicdivergence) işaret etmektedir. Bu şekilde bir anlaşmaya varmak, aklı başında olan bir adamın isteyebileceği birşey değildir.
Siyasi ve ekonomik eşitliğe dayalı bir anlaşma olmaması durumunda, Kıbrıslı Türklerin farklı çözüm arayışlarına girmekten başka çaresi yoktur. Kuzey Kıbrıs’a uygulanan izolasyonların kalkması için, uluslararası ilginin yeniden Kıbrıs’a odaklanması için neler yapılmalıdır?
Anlaşmanın olmaması halinde, ayrılığın fiili hale geleceğini ifade eden birçok devlet adamı vardır. Bundan sonrası için neler olabileceği hususunda, başka olasılıklar üzerinde düşünce geliştirilebileceğine dikkat çekmekte yarar görürüm.
Birkaç yıl önce, Kıbrıs Türk Ticaret Odası’nın düzenlediği “KKTC’nin Rekabet Edebilirliği” konulu konferansa katılan Amerikan Rekabet Edebilirlik Konseyi eski Başkanı ve Obama’nın Geçiş Dönemi Danışmanı HowardRosen, “Çözümün gerçekleşmemesi halinde, KKTC ekonomisinin farklı ekonomilerle entegre olması” gerektiği üzerinde görüş belirtmişti (Şubat 2010). Arşivimde bu açıklamayı hala tutuyorum. Yeri geldikçe, bu türde yapılan açıklamaların arşivlerden çıkarılıp hatırlanmasında yarar görürüm.
Peki, herhangi bir çözümsüzlük halinde KKTC ne yapmalıdır? Bana göre seçenek tektir. Örneğin, İngiliz adalarının otonom devlet statüsündeki durumlarıyla ilgili bir benzerlik KKTC için de düşünülebilir. KKTC için, Dünya’nın uygulamaya koyduğu ekonomik izolasyonlar, Birleşmiş Milletlerin 541 ve 550 sayılı kararlarıdır. Bir de, AB Adalet Divanı’nın 1994’te almış olduğu karar vardır. Tüm bu kararların yanında, bir de bizim kendi kendimize yarattığımız bazı kısıtlamalar vardır. Örneğin yıllarca kullandığımız Port of Famagusta mühründen vaz geçip, TRNC mührüyle KKTC limanlarından ihracat işlemleri yapmamızdır. Elbette tüm bu kısıtlamalar, 1983’te kurulan KKTC Devleti içindir. Peki, müzakerelerin başarıya ulaşamaması halinde, ki bugün için öyle görülüyor, KKTC’nin ayrı bir devlet olarak tanıtılmasında ne kadar başarı elde edilebilir?
Uluslararası ilginin Kuzey Kıbrıs’ın yaşadığı mağduriyete odaklanması halinde, Isle of Man modeli otonom yönetime geçilebileceğini de, siyasilerimizin dillendirmesinde yarar görürüm. Isle of Man, 584 km karelik bir ada ülkesidir. 1000 yılı aşkın parlamenter rejimiyle (TynwaldParliament) demokratik yönetilen bir ülkedir. İngiltere’den bağımsız bir kabinesi vardır. Sadece dışişleri ve savunması, PrivyCouncil’a bağlıdır. Ayrı bayrağı, ayrı vergi kanunları, ayrı merkez bankası, kendine ait parası vardır. Isle of Man poundu, İngiliz sterlinine bire bir değerde denomine edilmiştir, yani sterlinle eşit değerdedir.
Birleşik Krallık Avrupa Birliği’ne üye olduğu zaman, Isle of Man toprağı da, AB sınırlarına dahil edilmiştir. İngiltere, AB’ne katılım anlaşmasını imzalarken, 3 numaralı protokolü de beraberinde imzalayarak, Isle of Man vatandaşlarının (Manx) Avrupa Birliği içerisinde AB vatandaşı gibi işleme tabi tutulacağını, her türlü haklara sahip olacaklarını garanti etmiştir. Isle of Man, 80 bin kişilik nüfusuyla Birleşmiş Milletler’in kabul ettiği, özerk, 40 bin dolara yakın fert başına milli geliri olan, kendi ayakları üzerinde durabilen tipik bir ada ülkesidir. Kaderine terk edilen KKTC’nin yanında, dışişlerini ve savunmasını yürütecek Türkiye Cumhuriyeti zaten vardır. Anlaşma ve çözüm istemeyen, barış karşıtı Kıbrıslı Rumlara alternatifsiz olmadığımızı hatırlatmak, Kıbrıs Türk Liderliğinin görevidir. Bu hatırlatmayı ve öneriyi yapmanın yararlı olacağını düşünüyorum.