Çok yaşa KKTC…

Sayı saymada sıkıntı çekebilir bazıları…

Sayı saymada sıkıntı çekebilir bazıları… Kolay da değil. 1963 Kanlı Noel’den bu yana 52 sene, 1974 Yunan darbesinden ve ardından Türkiye müdahalesinden bu yana 40 sene, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilan edilmesinden bu yana 31 sene geçmiş.
Yıllar gelmiş, delmiş, geçmiş…
Kıbrıs Türkü 1963-64 döneminde mahrum bırakıldığı devlet çatısına, yaşama hakkına, özgürlüklere hasret yıllar geçmiş. 1974’de Türkiye müdahalesiyle güvenlik gelmiş, yaşama hakkı yeniden tesis edilmiş, kısıtlı da olsa özgürlüklere kavuşulmuş.
Sonra? Yıllar geçmiş, Rumların tek yanlı tavırları devam etmiş, “hepsi benim” yaklaşımı içerisinde devlete de, kurumlara da, uluslar arası tanınmaya da ve hatta suya, güneşe, hayata sahip çıkmaya kalkmışlar, Kıbrıs Türkünü ayazda bırakma, eğitim, sağlık, kültürel alanlarda bile dünyadan tecrit etmeye, kendilerine mahkûm etmeye uğraşmışlar. Rumlar olmasa Türk tarafının ve Türkiye’nin bir şey yapabilmesi zaten mümkün değildi, istek de yoktu ama Rumlar sayesinde bıçak kemiğe dayandı ve 15 Kasım 1983 tarihinde hayati bir adım atılarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilmiş. Bağımsızlık ilanında bile mahcup bir şekilde atılan adımın federasyon kurulmasına halel getirmeyeceği, hatta olası federasyonun Türk ayağının kurulduğu da söylenilmekten geri kalınmamış. Dünyada böyle mahcup bağımsızlık ilanının herhalde bir diğer örneği yoktur, helal olsun Türk dışişlerine.
Ama aynı şeyi Kıbrıs Türk tarafı federe devleti ilan ederken de, otonom yönetimi ilan ederken de yapmamış mıydı? Demek ki sadece kendi rekorumuzu egale ettik. Ne rekoru olduğunu merak edenler Türk Dil Kurumu sözlüğünde bu vaziyete uygun bir tanım bulsunlar artık, benim terbiyem buraya kadar yetiyor.
Her ne kadar 1983’den bu yana dönemin Dışişleri Bakanı İlter Türkmen’e atfen KKTC’nin ilanının taktiksel bir adım olduğu, amacın görüşmelerde Türk tarafının elini güçlendirmek olduğu çeşitli ortamlarda söylenegelmiş olsa da, KKTC’nin ilanı Kıbrıs Türkü açısından mücadelenin önemli bir merhalesinin tamamlanması anlamındaydı. Türkiye’nin askeri yönetimden çıkıp sivil yönetime tekrar kavuşması, diğer bir deyişle, rahmetli Turgut Özal’ı iktidara taşıyan 6 Kasım 1983 seçimleri ile göreve geldiği 13 Aralık 1983 tarihleri arasındaki “interregrum” yani “iktidar boşluğu” döneminin ürünüdür. Nasıl olduğu tartışılabilinir. Zamanlaması tartışılabilinir. Ancak rahmetli önderimiz Rauf Denktaş’ın o ara dönemi iyi değerlendirdiği ve Türkiye’ye KKTC adımını biraz da emrivakiiyle attırdığı da bugün daha net görülmektedir. 1983’de KKTC’nin ilanı kararına ağlayanların bile gün gelip KKTC’nin ilanındaki hayati önemi takdir etme durumunda kaldıklarını yakın tarih ibretle göstermiştir.
Şöyle veya böyle, ister KKTC ilanını “taktiksel adım” ister “gereklilik” ister “milli mücadelenin taçlandırılması” olarak tanımlayalım bugün nasıl tamamen Rumların tek yanlı idaresi altında bulunan Kıbrıs Cumhuriyeti bu adanın bir gerçeği ise, KKTC de bu adanın bir gerçeğidir. Çözüm olacaksa eğer bu iki gerçeği reddederek o aşamaya varabilmek mümkün değildir, olsa idi şimdiye kadar çoktan Kıbrıs sorunu diye bir mesele kalmazdı. Çözümün ön şartı adada kendi kendini yönetebilme olgunluğunda, ayrı dilleri, dinleri ve hatta bazı kültürel öğeleri paylaşsalar da ayrı kültürleri olan iki eşit halkın varlığını kabul etmektir.
“Bekâra boşanmak kolay gelirmiş” diye bir söz var. Yabancılarla konuşurken bazen bu sözü kullanınca anlayamadıklarını görüp şaşarım. “Adam bekârsa nasıl boşanacak ki?” gibi konuyu hiç de anlamadıklarını gösteren bir soruyla karşılaşıyorum. Şimdi sanki çözüm mümkünmüş, sanki yarım asırdır devam eden Kıbrıs görüşmelerinde Rum tarafı kazara bir gün dahi Kıbrıs Türkünü kendisiyle eşit görmüş, egemenliği paylaşmaya yanaşmış ve Kıbrıs Türkü de çözümü reddetmiş gibi “çözümü vaat ediyorum, fark yaratacağım” diyebilmek işte ancak bekârın boşanma hakkında bildiği kadar duruma hâkimolduğunu gösterir.
Altında hangi sebep veya değerlendirmeler yatıyorsa yatsın on yıllardır Rum tarafının birinci hedefi uluslar arası arenada Kıbrıs Türkünü ama daha ziyade Türkiye’yi zor duruma sokacak kararlar aldırtmak, kınattırmak. Kıbrıs Türkünün ve çoğunlukla da Türkiye’nin dahil olmadığı kurum ve kuruluşlarda aldırılan bu kararlar doğal olarak Türkiye’yi ve Kıbrıs Türklerini bağlayamaz, bağlamamalıdır. Nitekim son Avrupa Parlamentosu kınama kararını Avrupa muhafazakârlar hareketi bile taraflı ve kasıtlı bulmuş, Türk tarafı dinlenmeden alınacak kınama kararının geçerli olamayacağının altı çizilmiş.
Bizdeki bazı aklı evvel ve zihinleri kiralık kişiler ise sanki Türkiye’nin Barbaros Hayrettin araştırma gemisinin ve onu koruyan askeri gemilerin gidişinin Kıbrıs Türkünün yararına olacakmış gibi Rum’a tempo tutmayı marifet sayıyorlar. Allah aşkına kardeşim Avrupa muhafazakârları bile Kıbrıs’ta çözüm istemeyenin Rum tarafı olduğunu biliyor ve söylüyor, Rum tarafının Kıbrıs Türkünün meşru ortaklık haklarını; ada egemenliğinde ve toprağındaki ortaklığını kabul etmedikçe çözüm olamayacağını söylüyor ve 2004 Annan planı referandum sonuçlarını örnek gösteriyor, ama senin kafan karışık, tempo tutuyorsun “Türkiye gitsin, çeksin gemilerini” diye. Hadi be sende!
Annan planı döneminde Genel Sekreter Kofi Annan’ın literatüre giren o meşhur “Kıbrıs Türkleri ile Kıbrıs Rumlarında azınlık, çoğunluk ilişkisi yoktur. Aralarındaki ilişki aynı vatan toprağınıpolitik eşitlik içinde paylaşan iki toplum ilişkisidir” sözü bir gün olacaksa eğer Kıbrıs sorununun çözümünü de tarif etmektedir.
Kıbrıs sorunu vardır çünkü Kıbrıs Rumları adanın ve adanın üstünde altında, denizinde ne varsa tümünün kendilerine ait olduğunu, Kıbrıs Türklerinin ise Kıbrıs Rumlarının yönetiminde diğer azınlıklardan biraz daha fazla özel azınlık ayrıcalıklarıyla yaşamalarını istemektedirler. On yıllardır bu siyasetten vazgeçmemişlerdir.
Nitekim, bu günlerde adada sahte bir harita tartışması devam etmektedir. Evet tartışılan harita son görüşme sürecinde masaya konmamıştır. Tee 1995’lerden kalma bir haritadır. Ancak Rum lider Anastasiades’in görüşmelerden çekilmeden önce yer isimleri vererek talep ettiği toprak o etrafta dolaştırılan haritadan daha geri değil, ileridir. Kıbrıs Türküne yüzde 18-21 arası toprak bırakılması takıntısına dayalı bu toprak talepleri de yetmemektedir Rum tarafına, Kıbrıs Türküne bırakılacak topraklara da neredeyse Kıbrıs Türk nüfusuna eşit Rum’un “geri dönmesi” ısrarla istenmektedir.
Kıbrıs Türkü cumhurbaşkanlığında rotasyonun olmamasını, her zaman bir Rum cumhurbaşkanı olacağını kabul edecek, veto hakkını tarihe gömecek ve sonra da yüzde 18 toprağa gömülmeyi kabul edecek. Rumların yaklaşımı, talebi bu.
Kısa zamanda çözüm, ancak Rum taleplerine hemen teslim olunmasıyla mümkün.
ABD ve İngiltere son zamanlarda Rum kesimine “Bugün görüşmelere dönün, yarın durum daha da aleyhinizde olacak” demekte. Bize ise yine aynı ABD ve İngiltere çekin gemilerinizi, Anastasiades’in görüşmelere dönüşünü kolaylaştırın demekte.
Mantalite değişmedikçe Anastasiades görüşmelere dönmüş veya dönmemiş, ne fark edecek…
31’nci yıl dönümünde gerçekleri görmeye başlamalı ve elimizdeki devletimize daha net sahip çıkmalıyız. KKTC’nin güçlendirilmesi, kökleştirilmesi ve onca yıl heba edilmesine rağmen artık “çadır devletinden” gerçek anlamda devlete evirilmesi artık kaçınılmazdır.
KKTC, çok yaşa…

Bu haber 1784 defa okunmuştur

:

:

:

: