Bu sabah, on bir aydır duvarımda asılı duran ve her gün bir yaprağını kopardığım takvime baktım. Senenin başında duvara astığımda kocaman bir takvimdi. En az Üç yüz altmış beş yaprağı vardı. Bu gün o yaprakların iyice azaldığını gördüm. On birinci ayın son yaprağını da kopardım. Geriye sadece bir aylık takvim yaprağı kaldı duvarda. Bir ay sonra, yıl iki bin on beş olacak, duvara bir takvim daha asacağım. Bir yıl sonra o da bitecek. Eminim ömrü olan herkes böyle yapacaktır.
Tükenen takvim yaprakları, bana şunu hatırlattı: Doğduğumda geri saymaya başlayan ömür takvimi de gün gün saat saat tükenmekte, aldığım her nefes, sayılı olan nefeslerimden bir nefes daha eksiltmektedir. Kopan takvim yapraklarını yeniden duvara asıp bu günü dün yapamadığımız gibi, ömrümüzden geçen hiçbir saniyeyi de başa alıp yeniden yaşayamayız. O halde acaba elimizde kaç günümüz, kaç haftamız kaç ayımız kaç yılımız kaldı ki? Bunu bilme imkanımız yok. Son nefes her an gelebilir. Takvimdeki her hangi bir yaprak bizim için son yaprak olabilir. Atalarımız dünya hayatı için “üç günlük “ dünya derler. Aslında bu üç günlük dünyanın sadece bir gününe sahibiz. Dünü geri getiremiyoruz. Yarına da çıkma garantimiz yok. O halde elimizde bu gün vardır.
Farz edelim ki dünyada bu gün son günümüz. Ne yapmak isterdik? Her halde Rabbimizin razı olacağı bir hayat ne ise onu yapardık. Çünkü dönüşümüz O’na… Kulluk vazifemizin gereklerini azami derecede yapmaya çalışır, herkesle güzel geçinir, hep iyilik yapmaya çalışırdık. Bizi yoktan var eden, sayamayacağımız kadar çok nimetlerle etrafımızı donatan Rabbimize şükreder, O’nu yüceltir O’na hamd eder, kısacası güzel bir kul olmaya gayret ederdik. O halde haydi başlayalım. Kulluk yaşantımızı, arkadaşlıklarımızı, anne baba kardeş evlat ilişkilerimizi yeniden gözden geçirip eksiklerimizi tamamlamaya, hatalarımızı telafi etmeye henüz vaktimiz varken ne duruyoruz. Peygamber efendimizin “Dünyada bir garip ya da bir yolcu imiş gibi yaşa” hadisi aslında bize bunu hatırlatıyor. ”Ben, bir ağacın gölgesinde bir müddet dinlenip sonra da kalkıp giden bir kimseden başkası değilim” derken de yine burasının geçici bir mekan olduğunu haber veriyor. “Öldükten sonra pişman olmayacak yoktur. İyilik sahibi olanlar neden daha çok iyilik yapmadım ki diye pişman olacak, inanmayanlar da keşke ben de inansaydım da ben de iyilerden olsaydım diye pişman olacaktır” buyuruyor.
Kur’an-ı Kerim’de bir sure vardır, Asr suresi. Aslında sadece bu sure üzerinde düşünsek bile hayatımıza istikamet vermemiz için yeterlidir diye düşünüyorum.” Asra yemin olsun ki insan hüsranda dır. Ancak iman eden, salih amel işleyen, biri birine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.” Bu kısacık surede o kadar açık mesaj var ki insanın kolayca kavrayıp gereğini yapmasına hiçbir engel yok. Her şey çok net. Asra(yani geçen zamana, ya da ikindi vaktine ki o da bir günün bitmekte olduğunun ifadesi, diğer bir anlamı da yüz yıllık bir zaman dilimi)yemin ederek başlıyor. Yazımızın konusu da geçen zamandır. İnsanın mutlaka zararda olduğunu, kaybettiğini beyan ediyor. Bu mutlak kayıptan kurtulmanın şartını da iman etmek ve Salih amel işlemek, hakkı ve sabrı tavsiye etmek olarak bildiriyor. Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda imanla Salih amel hep birlikte zikrediliyor. Demek ki iman etmek yetmiyor, bu imanın gereği olan Salih amel dediğimiz, dinimizin pratik hayatta bir bütün olarak halisane yaşanmasının lüzumu bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. “Ben dini pratikte yaşamıyorum amma kalbim çok temizdir” demek bizi kurtarmaya yetmiyor. Kalp temizliği elbette önemli, dinimizin hassasiyetle üzerinde durduğu bir konudur. Ancak bu dinin bir kısmıdır. Unutmamak gerekir ki bir okuldan mezun olabilmek için bütün derslerin başarılı olması gerekir.
Asr suresi çerçevesinde, hayatı yeniden değerlendirebilmemiz umuduyla. Günleriniz huzurlu, kazancınız bereketli, yuvalarınız mutluluk dolu olsun efendim. Sıhhat ve afiyetle.
TAKVİM YAPRAĞI
Bak şimdi bir rakam daha yükseldi,
Takvim yaprağının yıl hanesinde,
Geçilecek bir han daha eksildi
Ömür kervanının yol hanesinde
Siyah saçlarımda beyaz çoğaldı
Bahar geçti günüm borana daldı
Çiçekler içinde muradım kaldı
Dostun bahçesinde gül hanesinde
Gülen yüze tatlı söze inandım,
Gördüğüm herkesi ben gibi sandım
Attılar ateşe kavrulup yandım
Hayat ocağının kül hanesinde
Günden güne tazelenir sancılar
Candan önce çıkmazımış acılar
Hakkı’yı yad etsin gardaş bacılar
Sohbet meclisinin dil hanesinde...