2009’da dış politika stratejimiz yeniden yapılanmalıdır

Güvenlik Konseyi’nin üç daimi üyesi, Kıbrıs’ın egemenliğinde ve uluslararası kimliğinde

Güvenlik Konseyi’nin üç daimi üyesi, Kıbrıs’ın egemenliğinde ve uluslararası kimliğinde,  en az Rum halkı kadar Kıbrıs Türk halkının eşit söz ve temsil hakkı olduğunu tamamen göz ardı ederek bugünkü görüşme sürecini ve bizzat BM çözüm parametrelerini de ortadan kaldıran bir tutum içinde Rum Yönetimi ile tüm Kıbrıs adına önemli, tek taraflı antlaşma ve protokoller imzalama yoluna gitmiştir. Kıbrıs Rum kanadının AB içindeki konumunun meşruiyet kazanmasında TC ve KKTC’nin kesin onay koşulu koskoca bir anayasal ve uluslar arası hukuk gerçeği olarak ortada iken,  AB organları, TC-AB sürecini sürekli olarak, hukuksuz Rum tehdit ve şantajlarına muhatap kılmaya devam etmektedir. Kıbrıs Rum Yönetiminin Doğu Akdeniz’de Türkiye ve KKTC’nin egemenlik haklarına meydan okuyan petrol arama provokasyonlarını AB himaye etme yolunu seçmiştir.  

 

Bu koşullar ve gelişmeler ışığında

 

1.T.C –AB süreci üzerindeki Rum-Yunan ipoteği kayıtsız şartsız kaldırılmadan;

 

2. KKTC üzerindeki her türlü hukuksuz ambargolar kayıtsız şartsız kalkmadan ve 44 yıl boyunca Kıbrıs Türk Halkına ödetilen hukuksuz ve insanlık dışı tüm bedellerin tazmini görüşme sürecinin ön şartı ve en öncelikli unsuru olmadan;

 

3. Garantör İngiltere ve Yunanistan, Türkiye ile birlikte, 1960 Antlaşmaları ile Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de taahhüt ettikleri Türk-Yunan dengesi ve  “Kıbrıs Türk Halkı - Kıbrıs Rum Halkı” toplumsal ve siyasal eşitliğini gecikmeksizin, AB organlarına kabul ettirme ve fiilen her iki halkın eşit hak ve yetkilerine dayalı muamele sürecini başlatma hususunda ivedi bir sorumluluk altına girmeden;

 

4.  Bugün fiilen kemikleşmiş ve 34 yıl barış ve huzurun teminatı olan iki egemen devlet gerçeği, siyasal açıdan iki eşit halk ve iki kesimli bir Kıbrıs gerçeği, Ada’da barışın temel taşları ve vazgeçilmez bir altyapısı olduğu taraflarca kabul görmeden;

 

“Tek Kıbrıs, tek devlet ve tek egemenlik” adı altında sürdürülmekte olan bugünkü Görüşmelerin, çok kısa sürede ve aradan 34 yıl sonra  Kıbrıs ve  Doğu Akdeniz’deki barışı yeniden tehdit eden bir mahiyet kazanması kaçınılmazdır.

“Barış Görüşmeleri” altında başta Anavatan Türkiye’nin ve KKTC’nin Doğu Akdeniz’deki varlığı ve stratejik güvenliğinin altı oyulmaktadır. TC ve KKTC’nin siyasal karar organları bu günkü tahribatın, tamiri imkansız ve geriye dönülemez bir safhaya gelmesine fırsat vermeden Görüşmelerden çekilmesi ve yukarıda özetlenen adil ve sağlıklı bir görüşme zemini sağlanmadan görüşme masasına  dönmeyeceğini, gecikmeksizin, tüm dünya’ya ilan etmesi ulusal dış politikamızın hayati ve en öncelikli meselesi haline gelmiştir. 

 

Kıbrıs’ın bağımsızlığı, egemenliği, uluslararası kimliği  yanında, başta  toprağı ve kıta sahanlığı olmak üzere deniz ve hava sahasında Türk halkının en az Kıbrıs Rum halkı kadar  hak ve yetkileri vardır. Bu  gerçek Rum-Yunan kanadının veya AB dahil uluslararası camianın takdir ve onayına bağlı bir husus değildir. Kıbrıs Türk halkının ve KKTC Devletinin güneydeki Rum halkı ve Rum devletine her açıdan eşit hak ve yetkileri uluslararası hukuk ve antlaşmalar yanında kökleri 1571'lere uzanan Türk gerçeğinde ve tarih ve coğrafyadan kaynaklanmaktadır. İngiliz döneminden önce Kıbrıs adasının  400 yıl sahibi ve hükümranı olan Türkler,1960 Antlaşmaları ile 40 mil ötede ve stratejik güvenliğinin entegre bir unsuru olan Kıbrıs adasında Rum halkına en az Türk halkı kadar hak tanıması ve Doğu Akdeniz’de barışçı ve adil bir Türk –Yunan dengesi öngörmesi, çaresizlikten değil, tarih içinden gelen bir devletin Ege ve Doğu Akdeniz’de kalıcı bir Türk-Yunan dostluğunu ve nihayet bölgede barış ve huzuru  egemen kılmak için öngörmüştür.

 

1963’den bu yana Garantör Yunanistan Türkiye’nin barışçı tavrını istismar ederek Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de Türk haklarına ve Türk varlığına  karşı sürekli saldırgan bir politika izlemiş ve 1960 Antlaşmaları altındaki sorumluluklarının açık ihlali içine girerek, Kıbrıs’ta garanti ettiği ve Türk ve Rum halklarına dayalı, iki toplumlu devlet yapısını silah zoru ile işgal ederek, yüzde yüz Rum halkından oluşan hukuksuz bir “Kıbrıs Devletini”, garantör İngiltere’nin de desteği ile uluslar arası alanda egemen kılmıştır. Rum-Yunan kanadının 44 yıldan beri devam etmekte olan hukuk ihlalleri Kıbrıs sorununun bu güne dek çözümsüz kalmasını sağlamıştır. Türk kanadı bu yüzden büyük insani kayıplar vermiş, üç nesil halkımızdan kan ve gözyaşı eksilmemiş, ekonomik ve siyasal baskılara çok ağır bedeller ödemiştir. Bu ağır bedellerin bilanço ve tazminat talebini başta garantör Yunanistan olmak üzere Kıbrıs Rum Yönetimi’nin önüne koymak ve eşzamanda KKTC üzerinden tüm ambargoların kalkmasını talep etmek Görüşme sürecinin ön şartı, ve en öncelikli unsuru olmalıdır.

 

 Tarih içinden gelen köklü devletler olarak Yunanistan ve İngiltere’nin Garantörlük vecibelerini ve sorumluluklarına bir an önce yerine getirip Kıbrıs’taki Türk ve Rum Halklarına hakça ve eşit muamele içine girmelerini beklemek en temel hakkımızdır. KKTC’yi tamamen göz ardı ederek, silah zoru ile tesis edilen ve tamamen Rumlardan oluşan hukuksuz bir Rum Devletini tüm Kıbrıs’ın meşru Devleti olarak tanımak, Yunanistan ve İngiltere’ye ve onları izleyen 25 Avrupa ülkesine hiç yakışmamaktadır. Kıbrıs sorununu yaratan ve her türlü hukuk ihlalini 44 yıl sürdürmekte olan Rum-Yunan kanadının bu ölçüde ve bu kadar uzun bir süre himaye görmesi 20’inci ve 21’inci Asrın en büyük garabet örneğidir.

Anavatan Türkiye bunca yıl devam etmekte olan bu tarih garabetine son vermek üzere kararlı bir uluslararası hareketi KKTC ile birlikte gecikmeden başlatmalıdır. AB içinde Rum-Yunan kanadından kaynaklanan ve TC-AB üyelik sürecine yönelik her türlü hukuk dışı şantaj ve baskılar kesin bir dille reddedilmelidir.  AB yasama, yürütme ve yargı organları içinde Kıbrıs Rum Yönetiminin tüm yetkileri, Kıbrıs Türk Halkının iradesini temsil etmediği cihetle hükümsüz ve geçersiz ilan edilmeli ve TC-AB sürecinde Kıbrıs Rum Yönetimi temsilcilerinin bulunduğu tüm platformlar, Kıbrıs Türk kanadının temsilcilerine de eşit söz  ve temsil hakkı verilinceye kadar Anavatan Türkiye tarafından boykot edilmelidir

Bu haber 273 defa okunmuştur

:

:

:

: