Emete Gözügüzelli
Üzülerek belirtmekte fayda vardır ki, bugün bazı kesimlerin Kıbrıs meselesini 40 yıllık bir sorun olarak tanımlama yoluna gitmesi ve bu bağlamda maruz kaldığımız ambargoların spor dahil sorumlularını görmezden gelmesi pek düşündürücüdür. Halen anlaşılmıyor mu KOP bünyesi altına sokulmak istenen KTFF’nun yaptığı büyük tarihi hatadır! Her şeyi sloganlara bürümüşler, barış için bir adım sen at mantığı ile Rum’un arzuladığı politikalara teslim olmayı tercih ediyorlar. Güya KOP bünyesi altına girince spor ambargosunu deleceğiz! 1960 Ortaklık Cumhuriyeti’nin neden ortadan kalktığını halen bilmiyorlarsa evvela Makarios’un 13 maddelik anayasa değişiklik önerisine baksınlar ardından da gelişen sürece..
Öyleyse, gelelim 1950’li yıllara.. Başpapaz Makarios adaya ayak basar basmaz hemen kilisede ikinci enosisplebistini düzenlemişti (1921’de ilk plebisit olmuştu). Bu plebistin yani halk oylamasının bir amacı vardı. Rumlar, adanın Yunanistan’a ilhakını talep etmekte ve bunun da uluslararası toplum tarafından kabul görmesini arzu etmekteydiler. Nitekim Kıbrıs meselesini daha İngiliz hakimiyeti altında iken BM zeminine taşıma çabaları 1954’te baş gösterdiğinde gündemlerinde self determinasyon haklarının tanınması yatmakta idi. İddia oydu ki tüm Kıbrıs “onlarındır”. Şimdiye bakalım; Annan planının Rumlar tarafından reddi hükümlerinde ilk olarak “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı, garantiler,göçmenler,asker,toprak vb.” sebepler gösterilmemiş miydi? Papadopulos ekranlar karşısında halkına ağlayarak bu plana evet demek “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğinin son bulur” dememiş miydi? Şimdi geçmişi düşünelim ve 1968’den bu yana geçen müzakere süreçlerinde hangi alanda eşit egemenlik paylaşımını Rumların kabul ettiği sorgulandığında,Rumların 1960KC’nden vazgeçmeyerek Kıbrıs Türklerini kendi içlerinde var olan azınlık grup haklarına mahkum etmeye hep çalıştığı görülecektir. Peki bugüne ne değişti?
Bunları iyi değerlendirmek gerektiği kanısındayım. Klerides anılarında,1959-60 Antlaşmaları imzalandığında Kıbrıs’ta oluşturulan ortaklığı şu şekilde belirtilmekteydi; “Bağımsız Kıbrıs Devletinin 1959’da Londra-Zürih Antlaşmaları ile kurulması tamamıyla dayatmaya dayalı bir çözümdü ki bunu Makarios’un kabul etmekten başka bir alternatifi yoktu, kısaca o kabul etmeye zorlandı”(Klerides,1989). Zaten bu bakış açısı sonrasında Rumların oluşturulan ortaklık cumhuriyetinde yetkileri yorumlamada Türklerden ayrılmaya başladığı görüldü. Nihayetinde, Türk-Rumların Anayasayı farklı iki zeminde yorumlaması karşısında problemler başladı. Bu farklı yorum egemenlik ve hakimiyet kurma kavgası idi. Makarios Kıbrıs Türklerini “azınlık” görmekte ve onlara verilen iki toplumlu temsiliyet oranını orantısız bulmakta idi. Rumlar için anayasa çoğunluk olan Rum toplumunun anayasa üzerindeki ayrıcalıklarını ortadan kaldırmakta idi(Polivou,1980). Hadjipavlou-Trigeorigis ve Trigeorgis’e göre 1960 anayasası iki toplum arasında güvensizliğin yükselişini sağladı ve yoğunsallaştırılmış ve kurumsallaştırılmış etnik bölünmeler yarattı. Kıbrıs Rumları baştan beri 1960 anayasasında Kıbrıs Türklerinin eşit taraf olarak yer alması, veto haklarının olması kısaca güç ve yönetimde Rumlarla eşit haklara sahip olmalarına tahammül etmemekte ve anayasanın aslında fonksiyonel olmadığını iddia etmekteydiler.
Oysa Kıbrıs Türk tarafı 1960 anayasası hakkında adada iki toplumun eşit ve ayrı statüde görüldüğünü ve fonksiyonel olduğuna inanmaktaydı. Kyriakides Kıbrıs Türklerinin anayasayı kendilerinin hükümete etkili katılımında minimum garantileri güvenceye aldıklarını söylemektedir. (Kyriakides 1968). Necatigil ise, Kıbrıs Türkleri 1960 anayasasını eş kurucu statüde oluşturulan ortaklık olarak gördüklerini belirtmektedir(Necatigil,1989). Peki şimdi eşit ortaklık zemini üzerinde yürütülmek istenen müzakereler sürecinde hangi algı hakim? Yarınki, yazımla bu konulara değineceğim.