Bilindiği gibi bugünlerdeki en önemli tartışma konusu Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanı seçilir seçilmez T.C Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile arasında geçen “YAVRU-ANA” polemiğidir. Bu tartışmanın Allahtan seçim sonrası gerçekleşmesi çok iyi oldu. Zira öncesinde gerçekleşmiş olsaydı istismara fevkalade açık olacaktı.
Sayın Akıncı seçim süresince 4 boyutlu siyasetinin biri olarak Türkiye ile olan ilişkilerde Ana-Yavru duygusallığından öte seviyeli bir kardeşlik ilişkisine vurgu yaptı. Bunu da “NE ÇATIŞMACI, NE DE TESLİMİYETÇİ BİR İLİŞKİ” sloganı ile anlatmaya çalıştı. Bu sloganlar Kıbrıs Türk toplumunun gururunu okşadığı için doğal olarak hepimiz tarafından uygun görüldü. Ancak, seçim geçer geçmez bu söylem Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tepkisine yol açtı. Tabi ki, bu yanlış anlamayı sadece Erdoğan’a mal etmek sanırım haksızlık olur. Zira boyut haline getirilmiş bu söylemle propaganda yapan adayın esasta kime mesaj verdiği tam olarak anlaşıldı mı? Acaba.
Türkiye ile seviyeli ilişki demekle kırk yıldır kolaycılığı seçip Türkiye yetkililerine anavatan-yavru vatan söylemleri ile yağcılık yapan kendi siyasetçilerimize karşı mesaj mı? verilir yoksa bize kardeş yerine yavru muamelesi yaptığı için Türkiye yetkililerine mi? Mesaj veriliyor. Eğer, bu T.C yetkililerine karşı bir nevi meydan okuma olarak algılanmış ile elbette bunun sonucu bugünlerde yaşadığımız polemik olacaktır.
Öncelikle herkesi tepkisel veya duygusal değil rasyonel davranmaya davet ediyorum. Kendimize yöneteceğimiz ilk soru bugün yaşanan yavru-ana ilişkilerinin neden mi? yoksa sonuç mu? olduğudur. İkincisi ise, ana-yavru ilişkilerini yaratan dinamikleri ortadan kaldırmadan yavru yerine kardeş gibi saygı görmemiz mümkün müdür?
Çocukluktan beri bize yapılan nasihattir.
SAYGIYI SİZ HAKKEDECEKSİNİZ VE HAK ETMEDİĞİNİZ SAYGIYI BEKLEMEYECEKSİNİZ.
İşte bu noktadan hareketle KKTC yavru yerine kardeş olarak saygı görmeyi hak ediyor mu? Bu sorunun yanıtının evet olması için aşağıdaki hususlarda devlet olarak KKTC’nin geçer not alması gerekmektedir.
• Kırk yıldır güvenliğimizi- savunmamızı ve yatırımlarımızı tamamen yaparken aldığımız maaşları dahi ödemek için Türkiye’den katkı almak için ana-yavru edebiyatı yapan sağ veya sol bizim yetkililerimiz değil midir?
• Tablam borcu milli gelirin bir buçuk katını aşarken halen daha Türkiye’den hibe ve kredi almaya devam eden ve nede olsa “TÜRKİYE BİZDEN BUNLARI TALEP ETMEZ” söylemi ile kolaycılığı seçen bizim yetkililerimiz değil midir?
• Sürdürülemez ekonomimizi yapılandırmak için bize her türlü mali ve teknik katkıyı yapan Türkiye’ye sanki inat yaparmış gibi kendi ev ödevini yapmayarak statükoya direnen bizim yetkililerimiz değil midir?
• Haksız rekabetin önlenmesi, vergi adaletinin sağlanması ve kamunun dışlama ektisine son verilmesi için Kıbrıs Türk Ticaret Odası’nın yaptırdığı “KAYIT DIŞI EKONOMİ PROJESi’ni finanse eden Türkiye Cumhuriyeti iken, Eylem Planının ilk maddesini dahi uygulamaya koymayan bizim yetkililerimiz değil midir?
• Kamudaki verimsizliğin ve çöküşün nedenini sözde ‘Göç Yasası’na bağlayıp bu yasayı kaldırmayı misyon edinen ve statükoyu küstürmemek için temel sorunları görmezlikten gelerek popülizm yapan bizim siyasetçilerimiz ve yetkililerimiz değil midir?
• Cumhurbaşkanı adaylarımız da dahil gerçekte ana-yavru ilişkilerini yaratan sürdürülemez ekonomi ve devlet yapımızı nasıl iyileştireceğimizi söylemeden kardeşlik ilişkisi talep eden bizim siyasetçilerimiz ve yetkililerimiz değil midir?
Ana-yavru ilişkilerini seviyeli kardeş ilişkisine dönüştürmeyi nerede ise imkânsız kılan yukarıdaki olgular için yapısal önlemelerden bahsetmek yerine Türkiye’nin KKTC’ye yaptığı yardımlar karşısında Mustafa Akıncı’nın 'TC bize para veriyorsa, biz de ithalat yapıyoruz' şeklindeki açıklaması maalesef stratejik bir danışmanlık hatası olarak yorumlanmalıdır
(http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/35/news/161087/PageName/KIBRIS_HABERLERI).
Öncelikle bilmemiz gerekir ki, KKTC gibi birçok ülkenin ithalatı ihracatına göre hem genelde hem de ülke bazında dengesizlikler içermekte ve ticarete kardeşlik ilişkileri değil temel ekonomik gerçekler yön vermektedir. Bunun adı da rekabet avantajıdır. Başka ülkelere göre maliyet ve kalite açısından üstünlüğünüz varsa rakiplerinizi geride bırakıp yabancı ülkelere satış yapabilirsiniz. Yani, bizim işletmelerimiz başka ülkelerden almak yerine Türkiye’den ithal ediyorsa en cazip ülke o olduğu için tercih edilmektedir. Bu noktada, sizin Türkiye’den mal almanızı koz olarak kullanmanız için Türkiye’den başka alım yapabilecek ülke alternatifiniz olmalı ya da o ürünleri kendi sanayinizde ikamet edebilecek ekonomik potansiyel taşımanız gerekmektedir. Bu şekilde, blöf değil de yaptırım gücününüz olması halinde siz de o ülkeye ihracatınızı artırma pazarlığına girebilirsiniz.
Yazıma son vermeden ticaret açığı veren tek ülkenin KKTC olmadığını hatırlatmak isterim. Öncelikle, bizim de dâhil olduğumuz 'Azerbaycan, Danimarka, Fas, Gürcistan, İsrail, Kuveyt, KKTC, Liberya, Lübnan, Marshall Adaları, Sırbistan, Slovenya, Suriye ve Türkmenistan' (http://www.rtib.com/haberler/239-turk-en-fazla.html) ülkelerine karşı ticaret fazlası veren Türkiye esasen dünyada en fazla açık veren ülkeler arasındadır. Türkiye’nin 2013 yılı dış ticaret açığının yaklaşık yüzde 60'ı, 5 ülkeyle yapılan ticaretten kaynaklandı. Türkiye İstatistik Kurumu'ndan (TÜİK) verilerine göre, Türkiye, geçen yıl toplam 151 milyar 812 milyon 239 bin dolar ihracat yaparken, 251 milyar 650 milyon 823 bin dolar ithalat gerçekleştirdi. Bu dönemde Türkiye'nin dış ticaret açığı yaklaşık 99 milyar 838 milyon dolar oldu. Bu açığın yaklaşık 63 milyar dolarlık kısmını yani yaklaşık yüzde 63'ünü sırasıyla Çin, Rusya, Almanya, ABD ve İran oluşturdu. Bu çerçevede, Türkiye’nin dış ticaret açığının 21 milyar doları Çin ile, yaklaşık 18 milyar 98 milyon doları Rusya ile, yaklaşık 10 milyar 478 milyon doları Almanya ile, yaklaşık 6 milyar 959 milyon doları ABD ile ve 6 milyar 190 milyon 341 bin doları İran ile yapılan ticaretten kaynaklanmıştır (http://www.haberturk.com/ekonomi/para/haber/928719-dis-ticaret-aciginin-yuzde-60i-5-ulkeden). Avrupa Birliği’nde (AB) başta Almanya olmak üzere ticaret fazlası veren ülkeler olduğu gibi önemli miktarda açık veren ülkeler de bulunmaktadır. AB'ye üye ülkeler arasında söz konusu dönemde en fazla ticaret fazlası veren ülke 161,1 milyar Euro’yla bölgenin lokomotifi Almanya oldu. Bunu 44,7 milyar Euro’luk dış ticaret fazlası veren Hollanda ve 28,2 milyar Euro fazla veren İtalya izledi. Aynı dönemde, en fazla dış ticaret açığı veren ülke ise 102,4 milyar Euro ile İngiltere olarak belirlendi. İngiltere'yi 55,5 milyar Euro açıkla Fransa, 19,4 milyar Euro ile İspanya ve 15,7 milyar Euro ile de Yunanistan takip etti (http://www.fortuneturkey.com/euro-bolgesinde-dis-ticaret-fazlasi-24-milyar-euro-oldu-4574).