Kıbrıs meselesi 1964 senesinde cereyan eden sıcak gelişmeler karşısında dönemin iki kutuplu yapısında ABD ve Rusya eksenli bir çekişmenin de içerisine sokulmuştu. Rusya o dönemde Sovyetler Birliği olarak geçiyordu. Makarios başa geldiğinden bu yana Sovyetler ile hep yakın ilişkileri oldu. Zaten SSCB’nin kuruluşundan bu yana GKRY ile ilişkileri derinleştirilmiş şekilde idi. 1963 hadiseleri akabinde toplumlararası çatışmalar başladığında 28 Aralık 1963 tarihli Pravda gazetesi şunları aktarmaktaydı;
“Kıbrıs olaylarının nedeni , Şubat 1959’da emperyalist NATO’nun yöneticileri tarafından Kıbrıslılara empoze edilen ve kabul olunan Londra ve Zürih antlaşmalarından kaynaklanmaktadır. Askeri üsler elde etmek için Kıbrıs topraklarının bir bölümüne el koymak, Kıbrıs’ı “garanti” yani müdahale hakları ile askeri işbirliğine zorlamak ve bağımsız bir dış siyaset takip edilmemesi için Rum ve Türk Kıbrıslılar arasında yapay ayırımı pekiştirmek dolayısıyla bu antlaşmalar Kıbrıs Cumhuriyeti için bir siyasi saatli bomba olup, Kıbrıs’ın egemenlik haklarına büyük ölçüde tecavüz etmektedir…NATO çevrelerinin Kıbrıs’taki olayları izlemekte ve demokrat ve vatansever davranışları bastırmak için planlar hazırlamakta olduğu görülmektedir.”
Resmi görüşü aktarması açısından Pravda’daki bu yazı önemliydi. Nitekim 31 Aralık 1963‘te Sovyetler Türkiye’yi oldukça yumuşak bir dille kaleme alınmış nota ile Türk uçaklarının ada üzerinde uçuşu yapmalarını protesto etmişti. O dönemde Londra Konferansı gerçekleştiğinde Kıbrıs sorununu NATO içi bir sorun olarak algılanması ve 3 garantör arasında çözümlenmeye çalışılması üzerine Sovyetler büyük tepki göstermiş ve Krusçev 7 Şubat 1964’te Türkiye,Yunanistan, ABD,İngiltere,Fransa’ya yolladığı mektuplarda NATO kuvvetlerinin adaya yollanması fikrine şiddetle karşı çıktığını ve buna müsaade etmeyeceğini , Makarios’un her şekilde yanında olacağını duyurmuştu.
Makarios da aldığı bu destek ile NATO önerisine şiddetle karşı çıkmıştı. Bu dönemde Türkiye’nin Amerika ile ilişkilerinde gerginlikler yaşandı ve Sovyetler bu boşluğu doldurmak için harekete geçti. Akabinde,İnönü’nün Kıbrıs olayları karşısında gazetecilere yaptığı açıklamada “ yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de orada yerini alır” sözü ile tarihe düşecekti. Johnson mektubu ile Amerika ile gerilen ilişkiler sonrasında Türkiye’nin Rusya ile de gerginleşen ilişkileri söz konusu da olacaktı. Zaten, Türkiye’nin garantör ülke olarak adaya 1964 yılında çıkarma yapma ihtimali Rusya’yı tedirgin etmiş ve Krusçev’in Makarios’a gönderdiği mesajda “yabancı bir işgal karşısında Kıbrıs’a yardım edeceklerini” açıklamasına sebep olmuştu.
Oysa,1964 senesinde baş gösteren kriz Rumların self-determinasyon hakkına sahip olma çabalarından ibaret olduğu hep görmezden gelindi. Nitekim liderimiz Dr.Fazıl Küçük 4 Ekim 1964’te Bağlantısızlar nezdinde gerçekleşecek toplantıya gönderdiği mesajda; “Bağımsızlıklarına uzun ve acı mücadeleler sonunda kavuşmuş olan ülkeler,yok edilmek tehlikesi ile karşı karşıya bulunan bir cemaate yardım etmekten çekinirlerse,kendilerini savunmayan ülkeleri yok etmek isteyenlere cesaret vermiş olacaklardır. Rumlar self determinasyon adı altında ırk ve inanç ayrım politikası gütmektedirler. Self determinasyon hakkı adadaki cemaatlere tanınacaksa her ikisine de tanınmalı…”demekteydi. Ancak bu çabalarda çok ileriye gidilemedi. Bağlantısızlar nezdinde GKRY etkindi.
1967 senesine gelindiğinde ise Türkiye-Sovyetler ilişkisi çok daha yumuşak bir döneme girmişti. Dönemin Türk hükümetinin Sovyetler ile münasebetleri vardı. Ayrıca Yunanistan’da faşist albaylar cuntası ,adadaki hareketler Kıbrıs’ın NATO üssüne dönüşmesinin sebebi olabilirdi. Sovyetler buna engel olmak için sonuna kadar Makarios’un yanında oldu. AKEL zaten Sovyetler çizgisinde hareket etmekteydi.
Bugün ise dünden değişen bir yapı yok. Kıbrıs meselesinde taraf aktörler artmış durumda,artık İsrail,Fransa,AB,Amerika,İngiltere,Rusya,Çin…Doğu Akdeniz’de Kıbrıs üzerinde yer alma peşinde! Bu yarış içerisinde zaten Rusya GKRY’nin her koşulda yanında olmaya devam ediyor. Özellikle de GKRY’nde bulunan Rusya Büyükelçisi daha yeni bir açıklama yaparak “Kıbrıs Rumları istediği an yanlarında olabileceğini” belirtmesi Rusya’nın GKRY yada Kıbrıs üzerinde ağırlığını gösterme çabalarından biri olarak değerlendirilebilir. Geçmişin politik yaklaşımlarına bakılarak Rusya’nın Doğu Akdeniz’de var olma amacı doğrultusunda GKRY ile yakından temaslarını sürdürme peşinde olduğu görülmektedir. Hele de şimdiki süreçte Türkiye-Rusya gerilimi yaşanması bu ittifakta büyük bir gerekçe olarak yer almasına sebep olmaktadır.
Nitekim, Kıbrıs’ta müzakere süreci yeniden başladı ve bu süreçte garantilerin kaldırılması istencinin aralıklarla belirli aktörlerce gündeme getirilmesi tesadüf değildir. Son günlerde ise özellikle de Rum basını ve siyaseti yakından takip edildiğinde devamlı surette Anavatan Türkiye Cumhuriyet’ine karşı bir baskı unsuruna teşkil edilecek açıklamalar yapıldığı görülmektedir. Türkiye’nin ortaya koyduğu iyi niyet misyonu halen Rumlar tarafından yeterince kabul görmediği anlaşılmaktadır. Yunanistan’ın tek Türk askeri kalmadan adada çözüm olmaz derken garantilerin kaldırılmasına işaret etmesi, Rumların Güzelyurt,Girne,Karpaz, Maraş’ı talep eden zihniyete sahip olması, hatta kısa bir zaman önce Pile’de iki gencimizin Rum gençlerce güneye kaçırılıp darp edilmesi olayı bile bazıları tarafından görmezden gelinmeye devam etmektedir.
Tüm bu tablo içerisinde değişmeyen bir Rum ırkçılığının halen sürmesi, Pile’de basına yansımayan nice ırkçılıkların sürmesi, adanın birleşmesi olasılığı halinde hangi sonuçları doğuracağını hiç düşündünüz mü? Olayın bir de görülemeyen aktörlerine yoğunlaşıldığında sizce saatli bombanın döşendiği bir ada üzerinde yaşamıyor muyuz?!!! Tüm bunların farkında olarak Anavatan Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef alan beyanatlarda bulunmak kimin işine yarayacaktır? !!! Yorum sizin!!!