Rahmetli İsmail Cem ile Yorgo Papandreou’nun tavla partileri, sirtaki oyunları bir dönemin manşetleriydi…
İnanılır gibi değildi. Türk ve Yunan dışişleri bakanları hak Türkiye’de, Kah Yunanistan’da ikide bir buluşuyorlar, kahve, çay içiyorlar, rakı bardaklarını tokuşturup tavla oynuyorlar, sirtaki oynuyorlardı…
İlişkilerde yeni bir iklim, hava gelmişti.
Sanki daha birkaç yıl önce Kardak (İmia) kayalığı sebebiyle savaşın eşiğinden ABD tarafından döndürülen iki ülkenin bakanları değil de, iki kanka gibi idi Cem ve Papandreou.
Geçenlerde Ankara’da bir yemekte sordum Papandreou’ya, “Ne olmuştu o zaman, nasıl iki bakan böyle değişik, şaşırtıcı bir yola koyulmuştunuz?”
Yanımızda Hikmet Çetin de vardı.
Papandreou’nun yüzü aydınlandı, “İsmail büyük bir dost, büyük bir insandı… Onunla birçok düşünülemeyecek şeyi gerçekleştirdik. Ne yazık erken göçtü gitti…” dedi.
Gözlerinde çok yakını birisini sanki dün kaybetmiş gibi bir ifade vardı. “Dost” derken Cem’e, gerçekten de “dost” hissettiği o kadar belliydi ki!
Yıllar geçti rahmetlik Turgut Özal ile baba Papandreou’nun “Davos süreci” üzerinden… Yıllar geçti, “Yorgo ile İsmail” tavla oynadıkları kahve ziyaretleri, sirtaki oynayıp, şerefe diye bardak kaldırdıkları taverna geceleri üzerinden.
Türk, Yunan sorunlarını çözemedi o yakın ilişkiler.
Çözebilir miydi?
Siyasi istek olmadan hiçbir sorun çözülemez. Sirtaki, tavla, beraber hanlara hamamlara gitmek veya çarşı-Pazar gezmek işin sadece “sosu” olur o kadar. Yemeğin tadını artırabilir ama yemeği oluşturacak olan siyasi iradeyle alınacak cesur adımlar, al-ver süreçleridir.
Nitekim – niyeyse Kenan Evren’e rahmet, “nitekim” demek geliyor hep içimden – kaç defa “büyük adım atma” eşiğine gelse de Yunanistan ve Türkiye aralarındaki Ege meseleleri ve Batı Trakya konusunu çözmek için, hala daha hiçbir alanda hiçbir adım atılmadı. Yapılan sadece sorunlar yokmuş gibi yapıp psikolojik yakınlaşmaya devam.
Yani fiziki sorunlar aynen devam, platonik aşk tam gaz Türk Yunan ilişkilerinde.
Sorun mu?
Yok, hiç de sorun değil. Çatışma olasılığı olmadığına ve her iki ülke de sorunlarla yaşayabileceğine inandığına göre hiç de mesele yok. Ancak, yıllar geçti, tüm yakınlaşmalara, sağlanan tüm ilerlemelere rağmen, iki ülke arasındaki meselelerin çözümlerini, varılan ortak uzlaşı noktalarını kağıda döküp şöyle büyük bir törenle imzalamak mümkün olamadı…
Niye? Kıbrıs meselesi mi engel oluyor? Hayır. Sadece Kıbrıs değil ama belki Kıbrıs’ın da dahil olduğu bir seri “psikolojik engel.”
Şimdi, niye anlattık bütün bunları.
Öyle iki liderin Büyük Han’da kahve içmelerini, Rum kesiminde dükkanları dolaşıp esnafla sohbet etmelerini eleştirecek değilim. İyi ki de yapmışlar ve umarım devam da ederler. Adanın ortak ev sahibi iki halka beraber yaşanabileceğini, dost olunabileceğini, farklılıklara rağmen arkadaş olunabileceğini göstermek ve onları olası bir acı uzlaşı anlaşmasına hazırlamak çok önemli.
Liderlerin sosyal etkinliğinden daha önemlisi – ki umarım içeriği de dolu olmuştur – görüşmecilerin 7.5 saat süren görüşmesi olmuştur. Umarım yakın bir süreden “açıklık” siyasetine geçilip ilerlemeler basın ile de paylaşılarak halka süreci anlatma aşamasına geçilir. Eğer iddia edildiği gibi yaz sonuna kadar bir şeyler yapılacak ve Eylül’de New York’a gidilip BM genel sekreterinin ev sahipliğindeki bir zirvede ya anlaşma ya da en azından bir “ileri çerçeve anlaşması” yapılacak ise halka bilgi vermek şart. Yoksa yine halklardan biri ve korkarım ikisi “hayır” diyebilir.
Mesela eğer iddia edildiği gibi işgüzarlık edilip iki kesimlilik ilkesi Rumların arzuladığı gibi “üç kesimlilik” ile değiştirilip Türk devleti ve Rum Devleti yanı sıra vir de ortak devlete Karpas ve Erenköy’de toprak verilir ise, bu anlaşmaya ben asla “evet” demem, pek çok Kıbrıs Türkü de demeyecektir. Erenköy’u “ortak merkezi devlete” verir gibi yapıp Karpas’ı almak hinoğlu hin bir oyundur, buna düşülmemelidir.
Yok efendim Kıbrıs Türklerine %63 kıyın şeridi bırakılamazmış falan diye Karpas’ın Rumlara bir şekilde verilmesi söz konusu olmamalıdır.
Rumların “veto” yetkisinden de “dönüşümlü başkanlıktan” da nefret ettikleri biliniyor. Belli alanlarda “veto” yetkisi, yasamada ayrı Kıbrıs Türk çoğunluk gereği yaşayabilir çözümün olmazsa olmazlarıdır. Dönüşümlü başkanlık olmayacak, veto yetkisi olan başkan yardımcılığı da olmayacak ve buna çözüm denilecek! Şaka gibi bir durum olmaz mı bu?
Mülkiyet meselesi kesinlikle iade, tazminat, takas üçayağına dayanmalı ve yeniden değerlendirme ile yaratılacak imkânla Türk mal varlığının korunmasına çalışılmalıdır. Ayrıca, iki toplumluluk ana ilkesi Kıbrıs Türk bölgelerine çok sayıda Rumun yerleştirilmesiyle sulandırılmamalı, takas ve tazminat maddeleri işletilerek bu sorun çözülmelidir.
Efendim Annan planının Rumların toprak ve mülkiyet oranlarına bakılmaksızın Karpaz’a dönmelerine olanak verilen maddesi işletilerek Karpas’ta eskiden yaşayan tüm Rumlar bölgeye yerleşmeliymiş… Hani Annan planı ölmüştü?
Tabii ki bazı tavizler olacak ama ne iki kesimlilik ne de iki toplumluluk sulandırılmadan…
Sonra efendim artık garanti dönemi sona ermeliymiş, AB Kıbrıs Türklerinin garantörü olurmuş… Doğrudur, bence de mümkündür ancak bir şartla, Türkiye AB’ye girdikten sonra. Ancak o zaman Kıbrıs Türk halkı garantilerin tümüyle kaldırılıp, Türk askerinin ayrılmasına razı gösterebilir. Ancak o durumda bile yapılacak bir anlaşmayla İngiliz üsleri gibi bir üs bölgesinde Türkiye’nin sembolik varlığı devam edebilmelidir.