ABD yılların önyargılarını yenerek Obama’yı cumhurbaşkanı seçebilmiştir. AB Türkiye’ye yönelik önyargılarını aşıp Rum-Yunan kanadına uyguladığı tam üyelik perspektifini gecikmeksizin ve ayrıcalıksız TC/ KKTC’ye uygulamalıdır.
İngiltere Dışişleri Bakanlığı resmi davetlerine icabet eden Devlet ve Hükümet Başkanlarına çok ender durumlarda ve tarihi bir jest olarak ülkenin en yüce kürsüsünden, Parlamento Genel Kurul Başkanlık kürsüsünden, Genel Kurula hitap etme fırsatını tanır. En son konuşanlar arasında ABD Cumhurbaşkanı Clinton, Güney Afrika’nın efsanevi cumhurbaşkanı Nelson Mandela, Orta-Doğu Barışına damgasını vuran Mısır eski Cumhurbaşkanı Enver Sedat bunlardan bazılarıdır. İngiltere Dış İşleri Bakanlığı, TC Başbakanı Sayın Turgut Özal’ın tek başına iktidar olduğu 1987–91 başbakanlık döneminde ayni jesti gösterme kararını almış ancak Özal’ın Kasım 1989’da Çankaya’ya çıkması ile bu fırsat değerlendirilememişti. İngiltere şu veya bu şekilde Türkiye için öngördüğü ve hala yerine getiremediği bu jesti önümüzdeki yeni dönemde yerine getireceğine inanıyorum.
Ekim 2005, TC- AB tam üyelik süreci müzakereleri başlarken, zamanın İngiltere Başbakanı Tony Blair, sürece aktif olarak destek veren Avrupa liderlerinin başında gelmekteydi. Avam Kamarası’nda bu desteğini savunurken çeşitli gerekçeler yanında sözü Annan Planı’na getirerek şunları söylemişti:
“TC-AB tam üyelik süreci olmamış olsaydı Türkiye’nin Annan Planı’nı kabul etmesini hayal bile edemezdik” diyerek Kıbrıs’ta nihai bir çözümün gerçekleşmesi için, Türk kanadının, Annan Planı çerçevesinde büyük tavizler verdiğini deklare etmişti. Şimdi Garantör İngiltere’ye düşen görev mukabil cesur adımların Yunanistan ve Kıbrıs Rum kanadı tarafından atılmasını sağlamak üzere, başta ABD ve AB ülkelerini harekete geçirmesidir.
Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de, Lozan ve 1959-60 Antlaşmaları ile tesis edilen Türk –Yunan dengesi, Türkiye’nin meşru 1974 Kıbrıs müdahalesiyle son şeklini almış ve 35 yıldan beri kökleşerek, Kıbrıs’ta kesintisiz barışın temellerini oluşturmuştur. İki Devletli, iki kesimli, kendi bölgelerinde egemen ve siyasal açıdan eşit Türk ve Rum Halkları Kıbrıs’ta kalıcı bir çözümün, barış ve huzurun temel taşlarıdır.
TC ve KKTC’nin Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de marjinalize edilmesi gayretlerine cesaret verilmesi, Avrupa’nın stratejik çıkarları ile kesinlikle bağdaşmamaktadır. TC ve KKTC Avrupa’nın stratejik ortağı ve müttefikidir ve Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de en az Rum-Yunan kanadı kadar söz hakkına sahiptir. Bu gerçeğin iyice anlaşılması ve benimsenmesi Ege ve Doğu Akdeniz’de tüm gerilim ve düşmanlıkları gerçek bir dostluk ve işbirliği denizine dönüştürmeye yetecektir.
Garantör İngiltere ve Yunanistan, Kıbrıs 1960 Anlaşmaları’nın lafzına ve ruhuna uygun olarak, Türkiye’nin tam üyelik sürecini ucu açık olmayan, belirgin ve KKTC’nin de eşzamanda tam üyeliğini öngören bir yol haritasını AB’ye kabul ettirme yönünde tarihi ve ahdi sorumluluk altındadır.
AB, TC ve KKTC’ye dönük vecibelerine sahip çıkarak Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne uyguladığı tam üyelik yol haritasını ayrıcalıksız TC ve KKTC’ye gecikmeksizin uygulamalıdır.
Stratejik ortaklık anlayışı ve Uluslararası hukuk buna amirdir. Bu çizgide bir uygulamayı beklemek gerçekçi ve hakça bir yaklaşımdır. İngiltere, tarihi konumunu, eşit ve adil bir yaklaşımla bu kez Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de gerçek bir Türk-Yunan Dostluğu’nun yerleşmesi doğrultusunda kullanacağını ümit etmekteyim. Bu çerçevede, Avrupa ve İngiliz Parlamentoları Başkanlık Kürsüleri’nin TC-KKTC, Rum-Yunan liderlerinin tarihi uzlaşmalarına tanıklık etmesini gönülden dilerim. Bunun kolay olmayacağını biliyorum. 90’lı yılların başında, AP üyesi dostumuz Nirj Deva Türkiye’nin tam üyelik perspektifini Fransa’nın Londra Büyükelçisi’ne takdim ederken, büyükelçinin gizleyemediği ani infiali hala kulaklarımda çınlamaktadır: “Üçte biri Müslümanlardan oluşabilecek bir Avrupa Parlamentosu’nu değil tezekkür etmek, düşünmek bile istemiyorum!” Bu tür önyargıları AB bünyesinden uzaklaştırmak Avrupa ülkeleri yanında, yılların değiştirilemeyen önyargılarını, Barak Obama’nın şahsında yenmeyi başaran ABD ile Obama Başkanlığı’ndaki yeni Amerikan Yönetimi’nin en öncelikli görevleri arasındadır.