John Mearsheimer’a göre 21. yüzyılda ABD-Çin rekabeti

21. yüzyıl dünya siyasetinin en önemli konularından birisi de, kuşkusuz son yıllarda etkileri fazlasıyla hissedilen ABD-Çin rekabetidir.

21. yüzyıl dünya siyasetinin en önemli konularından birisi de, kuşkusuz son yıllarda etkileri fazlasıyla hissedilen ABD-Çin rekabetidir. Realizm akımının günümüzdeki en önemli temsilcilerinden ve Amerikan Ordusu’na yakınlığıyla bilinen West Point mezunu olan John J. Mearsheimer, eserlerinde ve konuşmalarında bu konuyu sıklıkla işlemektedir. Bu yazıda ofansif gerçekçilik yaklaşımını ve Mearsheimer’ın ABD-Çin rekabeti hakkındaki görüşlerini internet kaynaklarından derleyerek özetlemeye çalışacağım.

JOHN MEARSHEİMER VE KİTAPLARI

John J. Mearsheimer (1947-), Chicago Üniversitesi’nde çalışan ünlü bir Amerikalı Siyaset Bilimi Profesörüdür. Etkili bir uluslararası ilişkiler teorisyeni olan Mearsheimer, “saldırgan gerçekçilik” (offensive realism) üzerine yazdığı The Tragedy of Great Power Politics ve Amerika Birleşik Devletleri’nin genel olarak Ortadoğu ve özel olarak da İsrail’e yönelik dış politikasını eleştirdiği ve Stephen M. Walt ile birlikte kaleme aldığı The Israel Lobby and U.S. Foreign Policy (İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası) isimli kitaplarıyla meşhurdur. The Tragedy of Great Power Politics kitabında Mearsheimer, temel olarak Kenneth Waltz’un kurucusu olduğu neorealist akımın savunmacı yaklaşımının aksine, -saldırgan (ofansif) gerçekçilik (offensive realism) yaklaşımıyla- devletlerin güç kazanma hırsının sınırsız olduğunu savunur. İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası eserinde ise; İsrail-Filistin Sorunu temelinde Amerika Birleşik Devletleri’nin Ortadoğu politikasını ve bu politikanın yapım sürecinde Amerikan karar alma mekanizması üzerinde Amerikan Yahudi toplumunun etkisini değerlendirmektedir. Mearsheimer’ın en son kitabı Liderler Neden Yalan Söyler? Uluslararası Politikada Yalan Gerçeği ise, uluslararası politikada söylenen yalanları kategorilere ayırarak ele almaktadır; devletlerarası yalanlar, korku tellallığı, stratejik kılıflar, milliyetçi efsaneler ve liberal yalanlar.

OFANSİF GERÇEKÇİLİK (OFFENSİVE REALİSM)

Uluslararası İlişkiler teorisinde önemli yer tutan Realizm (Gerçekçilik) akımının yeni bir yorumu olan ve bizzat John Mearsheimer tarafından üretilen ofansif gerçekçilik (offensive realism), 5 temel varsayıma dayanmaktadır:

1-) Uluslararası sistem anarşiktir. Fakat bu anarşiden, uluslararası sistemin kaotik ve düzensiz olduğu manası çıkarılmamalıdır. Nitekim uluslararası sistem, bağımsız birimler (devletler) tarafından oluşmakla beraber, bu birimlerin üzerinde merkezi bir otorite yoktur. Anarşi kavramı bu açıdan değerlendirilmelidir.

2-) Devletler, doğal olarak diğer devletleri zarara uğratabilecek askeri yeteneklere sahiptir. Bu ise, tüm devletleri birbirine karşı potansiyel bir tehlike konumuna sokmaktadır.

3-) Devletler, diğer devletlerin niyetleri hakkında hiçbir zaman emin olamazlar. Burada söylenmek istenen devletlerin kötü niyetli kurumlar olduğu değildir. Nitekim devletleri saldırganlığa yöneltebilecek birçok faktör vardır. Bu nedenle, niyet ve amaçlar çok çabuk bir şekilde değişim gösterebilmekte ve devletler askeri güçlerini kullanma eğilimine yönelebilmektedirler.

4-) Devletlerin yegane amacı hayatta kalmaktır. Dolayısıyla egemenliğin korunması, devletleri harekete geçiren en temel motiftir.

5-) Devletler rasyonel aktörlerdir. Dolayısıyla uluslararası sistemde hayatta kalabilmeleri için stratejik bir biçimde hareket etmelidirler.

Mearsheimer’ın tezinde, klasik realizmde insan doğası ve onun güç arzusu devletleri savaşmaya yönlendirmekte, yapısal realizmde ise hayatta kalma dürtüsü devletleri diğer devletlerin saldırganlıklarına karşı savunmacı refleksler geliştirmeye sevk etmektedir. Tüm bunlardan farklı olan ofansif realist yaklaşımda ise; devletlerde diğer devletlerden kaynaklanan tehdit ve tehlikeleri, karşı müdahale stratejisiyle bertaraf etme eğilimi vardır. Mearsheimer’a göre; dünya hakimiyeti günümüzde pek mümkün olmasa da, bölgesel liderlik ve hegemonya gerçekçi ve olasıdır. Bölgesel hegemonyanın tesisi içinse, devletlerin önünde üç seçenek vardır;

1. Devletlerin dünya üzerindeki ekonomik güçlerini arttırmaları, aynı zamanda askeri yeteneklerinin de bir baskı aracı olacak kapasiteye ulaşmasını sağlayacaktır.

2. Devletler, kendi bölgelerindeki en büyük askeri güç olmalıdırlar. Özellikle kara kuvvetlerinin güçlü olması, bölgesel hegemonyanın oluşturulması açısından önemlidir.

3. Devletlerin nükleer üstünlüğe sahip olmaları gerekmektedir. Bu üstünlük, diğer nükleer güçlerin nükleer açıdan bir eylemde bulunmaları riskini elimine edecektir.

ABD-ÇİN REKABETİ

2013 yılında ülkesi ABD’de Savaş Akademisi’nin açılışında yaptığı konuşmada John Mearsheimer, 21. yüzyılda ABD için en önemli olacak ve gücünün şu an için yeterli seviyede olmadığı bölgeleri sıralamaktadır. Bu bölgeler; Avrupa (Mearsheimer’a göre önemini giderek kaybediyor ve Çin konusunda ABD’ye yardım etmesi tartışmalıdır), Kuzeydoğu Asya (Çin’in hızlı yükselişinin olduğu ve en çok dikkat edilmesi gereken bölge) ve İran Körfezi (temelde petrol kaynakları nedeniyle) bölgeleridir.

Mearsheimer’ın 2012 yılında Ottawa Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmada ele aldığı ilk tezine göre; son yıllarda ekonomik ve siyasal olarak büyük bir çıkış gerçekleştiren Çin Halk Cumhuriyeti, 30 yıl daha ekonomik ve siyasal olarak yükselmeye devam edecek ve sonunda kaçınılmaz olarak dev bir Hong Kong’a dönüşecektir.

Yine Mearsheimer’a göre; Çin’in bu yükselişini barışçıl bir şekilde sürdürmesi imkansızdır. Bu noktada bazı Amerikalı siyasetçi ve gözlemcilerin, eski Çinli devlet adamları ile görüşmelerinden edindikleri “Çin’in yükselişini barışçıl bir şekilde sürdürebileceği” konusundaki görüşleri yersiz bulan Mearsheimer, yeni dünya düzeninde ortaya çıkan yapısal koşullar ve yeni kuşak Çinli liderlerin farklı dünya algılamaları nedeniyle, bu izlenimlerin gerçeği yansıtmadığını düşünmektedir.

Mearsheimer’ın üçüncü tezi ise; Çin’in ilerleyen yıllarda dünya liderliği konusunda ABD’yi taklit edecek olması üzerinedir. Ancak yine Mearsheimer’a göre; Çin, bugün askeri teknoloji anlamında ABD karşısında tam anlamıyla bir “kağıttan kaplan”dır ve ABD ile mücadele edebilecek güçten yoksundur. Bu nedenle, ABD’nin mevcut Başkan Barack Obama’nın başlattığı “Asia Pivot” politikasına devam etmesi ve burada Çin’in hızlı yükselişi karşısında korkuya kapılmış olan Japonya, Hindistan, Avustralya, Güney Kore ve Singapur gibi müttefik ülkelerle ilişkileri ekonomik, siyasi ve askeri düzeylerde geliştirmesi gereklidir. Ancak bu şekilde Çin’in hızlı yükselişi dengelenebilecek ve Çin’in olası saldırganlıklarının önüne geçilebilecektir. Bu noktada Mearsheimer, geçmişte ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı geliştirdiği ve başarıyla icra ettiği çevreleme politikasına (containment policy) referans yapmakta ve benzer bir dış politika önermektedir.

John J. Mearsheimer’ın son dönemde Ukrayna olayları konusunda Batı’yı suçlayan ve Rus lider Vladimir Putin’i savunan yazıları incelendiğinde ise, kendisinin stratejisinde -Zbigniew Brzezinski’ye benzer şekilde- Rusya’nın Batı dünyasına kazandırılabilecek bir güç olduğu görüşü öne çıkmakta ve asıl hedefin Çin Halk Cumhuriyeti olduğu görülmektedir. Mearsheimer’a göre; ABD-Çin rekabetinde çatışma yaşanabilecek bölgeler ise, Senkaku/Diaoyu Adaları, Tayvan ve Güney Çin Denizi’dir.

Bu haber 82 defa okunmuştur

:

:

:

: