Esat Mustafa (1)

Esat Mustafa İngiltere’de yaşayan donanmış, araştırmacı bir yazarımız, siyasi sürece girdiğimiz bu günlerde kaleme aldığı konular bizleri bir hayli aydınlattı.

Esat Mustafa İngiltere’de yaşayan donanmış, araştırmacı bir yazarımız, siyasi sürece girdiğimiz bu günlerde kaleme aldığı konular bizleri bir hayli aydınlattı. 137 yıl içinde, Diaspora’ya göç eden Kıbrıslı Türklerin sayısının, bugün adada yaşayan orijinal Kıbrıslı Türklerin sayısının en az on katı olduğunu hatırlatmakta yarar görüyorum.
Vroişa (Yağmuralan) Derneği Başkanı, yazar, araştırmacı Esat Mustafa, yaşanan müzakere sürecinde görüşmeci heyetin, AİHM’in “Demopoulos ve Diğerleri” kararından iyi bir ders çıkarıp, onu referans alması gerektiğini söyledi. “Mülkiyet ve Toprak Dağıtımı”; “Yönetim ve Güç Paylaşımı”; “Güvenlik ve Garantiler” konularında başarılı sonuçlar elde edilmemesi durumunda, Kıbrıs Türk toplumunun İngiliz İdaresi ve “Kıbrıs Cumhuriyeti” dönemlerinde olduğu gibi, geniş kitleler halinde adadan göç etmek zorunda kalıp, nüfus erozyonuna uğrayacağına inandığını dile getiren Mustafa, “İngiliz İdaresi Dönemi’nin başladığı 1878 yılından günümüze kadar, son 137 yıl içinde, Diaspora’ya göç eden Kıbrıslı Türklerin sayısının, bugün adada yaşayan orijinal Kıbrıslı Türklerin sayısının en az on katı olduğunu hatırlatmakta yarar görüyorum” dedi.
Esat Mustafa, “mülkiyet” konusunun her iki toplumda da tartışma konusu olmaya ve tedirginlik yaratmaya devam ettiğini söyledi.

“ZORLANDIKLARI TEK NOKTA MÜLKİYET DEĞİL”
Görüşmeler devam ederken, gizlilik politikası uygulandığı ve tatmin edici açıklamalar yapılmadığı sürece, karmaşanın devam edeceğini ve görüşmelerle ilgili spekülasyonların da o denli artacağını kaydeden Mustafa, taraflar arasında sürdürülen kapsamlı çözüm müzakerelerinin zorlandığı tek konunun mülkiyet olmadığını, Yönetim ve Güç Paylaşımı’nın, Güvenlik ve Garantiler gibi konuların da çözüm gündeminin hassas ve zor olan maddelerinden sayıldığını dile getirdi.

“HALK 2004’DE İZOLASYONLARIN KALKACAĞINA, REFAH DÜZEYİNİN ARTACAĞINA İNANDI”
Kıbrıs Türk Toplumunun, Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB) ve Avrupa Konseyi (AK) gibi Dünya’nın en önemli uluslararası güçleri tarafından verilen vaadlerle, izolasyonların kalkacağına, ambargoların son bulacağına ve refah düzeyinin artacağına inanarak, oyunu uluslararası toplumun da arzuladığı ve teşvik ettiği yönde, çözüm için kullandığını ancak yüzde 65 “Evet” oyuna karşı, Rumların yüzde 76’sının “Hayır” oyuyla hayal kırıklığına uğradığını dile getirdi.

“YARI YOLDA BIRAKILDIK”
“Kıbrıs Türk Toplumu’nun, uluslararası toplum tarafından hayal kırıklığına uğratıldığını, yarı yolda bırakıldığını ve hatta verilen sözlerin tam tersine, bir yandan Rumları mükâfatlandırırken, diğer yandan da toplumumu izolasyonlar ve ambargolarla ezerek, adeta cezalandırdığını ve gereksiz yere birçok haksızlıklara uğratıldığını hatırlatmak istiyorum” diyen Mustafa, “Avrupa Demokrasisi ile Uluslararası İnsan Hakları bunun neresinde?” diye sordu.

“BATILILAR DOSTLARINA DEĞİL, ÇIKARLARINA ÖNEM VERİR”
Mustafa, 1964’de köylerini, evlerini ve okullarını kaybettikten sonra, çaresizlikten dolayı adadan göç ettiklerini, yaklaşık 43 yıl Avrupa’da yaşayan bir Kıbrıslı Türk olarak, Batılıları çok iyi tanıdığını kaydederek şunları söyledi: “Batı toplumunu yakından iyi tanımayanlar ve mentalitelerini anlamayanlar için, önemli bir konuya, kendi perspektifimle açıklık getirmekte yarar görüyorum: Onlar devletleri, milletleri, ulusları, halkları, toplumları, bireyleri, hatta kendi dostlarını bile, geçmişteki kayıtları, davranışları ve sicilleriyle yargılarken, öncelikleri söz konusu olunca, dostlarına değil, çıkarlarına önem verirler: Buna göre, Kıbrıslı Türkler de, toplumsal menfaatleri söz konusu olduğunda, Batılılılar gibi hareket edip, menfaatlerini korumaları ve başkaları için değil, kendileri için en doğru kararları almaları gerektiğine inanıyorum.

“BATILILAR GİBİ DÜŞÜNÜP KARAR ALMALIYIZ”
Müzakere sürecine gelince, toplumumuzun çıkarlarını nasıl koruyabiliriz noktasında, yine Batılılar gibi düşünüp ve onlar gibi hareket edip, toplumumuzun uzun vadeli çıkarlarını korumak için, etkin ve sürdürülebilir stratejiler üreterek, doğru ve cesaretli kararlar almamız gerekecektir. Güven artırıcı önlemler dahil, müzakere sürecini kapsayan her konuda, diplomatik olmamız gerektiği kadar, Kıbrıs adasının Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’daki jeo-stratejik ve jeo-politik önemini de dikkate alarak, bölgedeki menfaatlerimizi de korumakla sorumlu olduğumuzu ve bunu gelecek nesillerimiz için yapmamız gerektiğini de düşünüyorum.

“ÜÇ KONUYA DİKKAT ETMELİ…”
Müzakere süreci devam ederken, Kıbrıslı Türklerin varlığını koruyabilecek, dikkat etmesi gereken üç ana konu vardır: 1. “Mülkiyet ve Toprak Dağıtımı”; 2. “Yönetim ve Güç Paylaşımı”; 3. “Güvenlik ve Garantiler.” Bu konularda başarılı sonuçlar elde edilmemesi durumunda, İngiliz İdaresi ve onu takip eden “Kıbrıs Cumhuriyeti” dönemlerinde olduğu gibi, geniş kitleler halinde adadan göç etmek zorunda kalıp, zaman içerisinde nüfus erozyonuna uğrayacağımıza ve etkili bir toplum olma özelliğimizi kaybetme tehlikesiyle tekrar karşı karşıya kalacağımıza inanıyorum. “

“ULUSAL HUKUK TEK YOL GÖSTERİCİDİR”
Müzakere masasında toplumumuzu temsil eden heyetimizin mülkiyet konusunda izlemesi gereken öncü ilkenin ve tek yol gösterici rehberin, “Uluslararası Hukuk” olduğunu ifade eden Mustafa, bunun, örnekleriyle ileri sürülerek, doğru ve etkili bir şekilde kullanılması durumunda, müzakere sürecinin başarıyla sonuçlanmaması için hiçbir neden olmadığını söyledi. AİHM’nin 2010 yılında aldığı “Demopoulos ve Diğerleri”(Demopoulos and Others v. Turkey) kararının, Kıbrıs’taki mülkiyet tartışmalarına rehber olduğunu belirten Mustafa, bu kararın konuya yeni bir boyut kazandırdığını dile getirdi.

“TİTİNA LOİZİDOU” VE “XENİDES-ARESTİS” DAVALARININ ETKİLERİ
AİHM’de Rumlar tarafından açılan mülkiyet davalarının ilkinin,1989 yılında Kıbrıslı Rum Titina Loizidou’nun Girne’de kalan malları için, Türkiye’ye karşı açtığı dava olduğunu ve AİHM’in Loizidou’nun mülkiyet haklarının ihlal edildiğine hükmederek, davayı Loizidou lehine verdiğini belirten Mustafa, o davanın daha sonra AİHM’de açılan diğer davalar için de emsal teşkil ettiğini söyledi.

TC’ye karşı açılan diğer önemli bir davanın, Maraş bölgesinde malı bulunan Myra Xenides-Arestis olduğunu anımsatan Mustafa sözlerini şöyle sürdürdü: “Söz konusu dava da, davalı olan TC aleyhine sonuçlandırılarak, Kıbrıs’taki mülkiyet davalarına yeni bir boyut daha kazandırmıştı. AİHM’in, 22 Aralık 2005 tarihinde, hakkında gerekçeli karar açıkladığı Xenides-Arestis Davası’nın, Kıbrıs Sorunu’nun siyasi boyutuna da doğrudan yansımaları olmuş, uyuşmazlık taraflarının pozisyonlarını büyük ölçüde etkilemişti.

TÜRKİYE SORUMLU TUTULDU
AİHM, Rum davalarında yapmış olduğu tespitlerde, TC’nin kuzeyde etkili kontrolü elinde bulundurduğu için, kuzeydeki mülkiyet haklarının ihlalleri konusunda sorumlu devlet olarak, davalı statüsüne girdiğini ancak kuzeyde Rumlar için etkin bir iç-hukuk yolu oluşturacak ve ihlal edilen mülkiyet haklarına çare olacak yollar kurmasına imkân tanımasının, yani bir iç-hukuk mekanizmasının kurulmasına olanak sağlamasının, KKTC’nin hiçbir şekilde, uluslararası toplum tarafından meşrulaştırılması anlamına gelmeyeceğini; KKTC Anayasası’nın 159. Maddesinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) uygun olarak teşkil edilmediğini; bu maddede yer alan düzenlemelerin yetersiz olduğunu ve dolayısıyla, 2003 yılında kurulan Mal Tazmin Komisyonu’nun (MTK), etkili bir iç-hukuk mekanizması olmadığını açıklamıştı.
2005’de Sn. Mehmet Ali Talat’ın Cumhurbaşkanı olmasının ardından, TC ve KKTC yetkililerinin işbirliği ile AİHM’nin etkin bir iç-hukuk yolu olarak kabul edebileceği bir komisyon üzerinde çalışmasına yol açmıştı.

2005 yılında, KKTC Cumhuriyet Meclisi’nin yoğun çalışmalarının sonucu olarak, AİHS’e uygun, 67/2005 sayılı Yasa yürürlüğe konarak, Taşınmaz Mal Komisyonu (TMK) kurulmuştu. AİHM’in talep ettiği nitelikte ve AİHS’e uygun olarak yapılan iç-hukuk düzenlemesiyle, 2005 yılında, KKTC’nin 159. Maddesi değiştirilerek, Rumların kuzeyde kalan malları için etkin bir iç-hukuk yolu oluşturuldu ve ihlal edilen haklarına çare bulmayı amaçlayan, AİHM tarafından da tanınan TMK, 2006 yılında bir iç-hukuk mekanizması olarak, yasal çalışmalara başladı. AİHM kararları, Rumların mülkiyet sorunları ve iddia edilen insan hakları ihlalleri için çok önemli bir dönüm noktası olup, KKTC Mülkiyet Rejimini temelden etkilemiştir. (Devamı yarın)
Bu haber 5214 defa okunmuştur
  • Göç Hasan Mehmet  Lefke - 03.10.2015 -Adaların kaderidir göç. Akdeniz``de yalnız Kıbrıs değil, birçok adada durum böyle. Mesela Akdeniz``in diğer büyük adaları Sicilya ve Korsika``da da böyle, Yunan adalarında da. Göç edenler kendi ve çocukları için daha iyi yaşam şartları için giderler. Göç eden K/Türkler de bu nedenle gittiler, halen de gitmektedirler. Çoğu bu ülkelerde aradığını bulabilmektedir, Bulamayanlar zaten geri dönerler. K/Türklerin göç etmemesi için Türkiye çok büyük maddi ve manevi yardımlarda bulundu, halen de devam etmekte. Anlaşma olsun olmasın, göçün önünün kesilmesinin tek şartı Kuzey Kıbrıs``ın cazibe merkezi olmasıdır. Örnek olarak Singapur göç vermez. Çünkü uzak doğunun cazibe merkezidir. Halen Kıbrıs``taki siyasi yapılanma, partizanlık, devletçi anlayış ve sendikalarla, ideal şartlarda bir anlaşma bile olsa K/Türklerinin geleceklerini başka yerlerde aramaları kaçınılmazdır. Bunun için anlaşmadan önce mutlaka başkanlık sistemi, dar bölge seçim sistemine geçilmeli, gelişme özel sektör öncülüğünde...

:

:

:

: