Umut… Umut… Yine ve yeniden umut… Onsuz olur mu hiç… Yaşamımızın her anında o var. İnsanoğlu ne kadar olduğunu bilemediği bir süre yaşıyor ve noktayı koyuyor. Elbette sürenin uzunluğu, kısalığı önemsiz değil. Ne var ki ortalama ömürde neler yaşandığı ve nasıl yaşandığı önemli… Olaylara bakış açımız, yaşamla ve sorunlarla başa çıkma tarzımızı belirliyor. Ne kadar olumlu tutum sergilersek her şey daha kolay bir yol çiziyor.
Kısacası her insan her olaya farklı yaklaşıyor. Sorunları farklı yollarla çözüyor. Bunu yaparken de kendinden tavizler veriyor. Her kayıp bize tecrübe olarak dönüyor anlayacağınız… “ Biz bu saçları değirmende ağartmadık ya…” derler ya aynen öyle…
Bence zaman denilen haşarı çocuk hiç durmuyor. Önemli olan bizim ona ayak uydurmamız. Elimizi çabuk tutup yapmak istediğimiz, gerçekleştirmek istediğimiz her şeyi bugüne sığdırmamız. Fırsatlar karşımıza bugün çıkar. Karşınıza çıkan fırsatları, dişinizi tırnağınıza katarak en iyi şekilde değerlendirin. Çünkü bazı kapılar hayatınızda sadece bir kez açılır.
Bu cümle bana 2001 yılında gittiğim İtalya’daki bir olayı anımsattı. Tur ile Roma’da Vatikan’ı gezeceğiz. Rehberimize göre alışılmışın dışında bir kalabalık var. Güç bela biz de bahçedeyiz. Sekiz on çift görüyoruz, beyaz gelinlikler içinde damatlarla… Yaklaşınca Japon çiftler olduğunu görüyoruz.
Derken merdivenlerdeyiz… Rehberimiz heyecanla öğrendiklerini açıklıyor. Bugün 100 yılda bir gün açılan ALTIN KAPI’dan geçecekmişiz. Ne inanılmaz bir şey… Ne kadar süslü bir kapı… Barok stili süslemeler hep altınla kaplı… Yüzyılda bir rastlanan bir olaya tanık olmak beni çok şaşırttı. O özel günün yaşamıma uğur getirdiğine inandım hep…
Yarın ve yarınlar düşüncesi uzayıp gider. Erteleme huyumuzdan vazgeçmeliyiz. Ertelemeler şimdinin güzelliğini ve hazzını tatmamızı önler. Elbette yarınlar, hayallerimizin dünyasıdır, geleceğe atılan adımlardır. Hayallerimiz de gelecek tasarılarımızdan oluşur. İnsan hayal ettikçe vardır denir. Hayalleriniz hiç bitmesin… Hayal de geleceğin umududur… Yarın sevincidir… Öyleyse umutlarınız, umutlarımız hiç bitmesin… Çünkü onlar yaşama sebebimizdir, yaşama sevincimizdir de ondan…
“ akşam rüzgarı
ürperirken tenimde
içimdeki gemilerin ışıkları yanar
birer birer
yarınların sevincinden…”
( Yarın Sevinci/ Ayşe Tural)
YAĞMURUN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI…
Doğa olaylarının içinde beni en çok etkileyen kar ya da yağmurun yağması… Onlarla ilgili hep güzel anılarım var belleğimde….
Gözlerimi kapatıyorum. Bir an çooook gerilere götürüyor beni… Beş altı yaşlarında olmalıyım. Pencereden yağmuru seyrediyorum. Sonra tahta merdivenlerden usulca inip sokağa çıkıyorum. Keşke merdiven basamakları bu kadar gıcırdamasa… Annem her an duyabilir. Kapının önünde saçaklardan süzülen yağmur sularına dalıyor gözlerim… Minicik avuçlarımda tutmaya çalıştığım damlalar, parmaklarımın arasından kayıp dirseklerime doğru süzülüyor…
Yağmur hafifleyince hatta dinince, küçük derelerde arkadaşlarımla oyun oynayacağım. Suların önünü kesip minicik barajlar yapacağım. Handan’ın amcasının yaptığı köprüyü sular alıp götürmüş ama… Acaba benim barajımı da yıkar mı, o çok sular… Annem görse, bu havada dışarı çıkmama izin vermez. Nazlı bir çocuğum ben… Kolayca hastalanıveriyorum…
Yağ yağ yağmur
Teknede hamur
Ve Allahım ver
Sicim gibi yağmur…
Böyle şarkılar söylerdik çocukluğumuzda… Çocukluk, yaşamımızın en güzel dilimi… Hatırlamak beni hep mutlu ediyor.
29 EKİM GEÇTİ AMA…
ATATÜRK ile ilgili her bilgi, her yazı, her söz, her davranış beni çooook ilgilendiriyor… Ona hayranlığım inanılmaz boyutta…
Bazı görüşleri sevgiyle ve saygıyla paylaşmak isterim…
Herkes her şeyi söylemek ve ona dil uzatmak hakkına sahip olduğunu zannetmemeli. Türk Toplumu düşünsel tarafından çok duygusal tarafını ön plana çıkaran, kolay öfkelenen, kolay alınan bir toplum ne yazık ki! Bizi Batı toplumlarından ayıran en belirgin özelliğimiz soğukkanlılığımızı bir türlü muhafaza edemememizdir. Her konuda olduğu gibi bu da elbette eğitimle ilintilidir.
Bu konuda ahkam kesmek yerine yazarlardan alıntılar almanın daha yerinde olacağını düşündüm.
“Bu ülkeyi idare etmek iddiasında olanlar önce Atatürkçülüğü bilmeli, ona inanmalı ve sonra Atatürkçülüğün ilerisini görebilmeli, o yolda kararlılıkla yürüyebilmelidirler. Yalnız namuslu yönetici olmak yetmez: Midecilere meydanı boş bırakmamak, taassuba (aşırı din düşkünlüğü) asla taviz vermemek, oy avcılığından kurtulmak, gerekirse muhalefette çok küçük bir azınlık halinde aydınlatıcı savaşı sürdürmek özverisini ve yürekliliğini taşımak gerekir. Her şeyden önce vatanın yüksek menfaatlerini midelerine feda eden kişilere fırsat vermemek gerekir.”
Ord. Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu (s. 47)
“ Atatürk’ün:
Ne mutlu Türküm diyene,
Bir Türk dünyaya bedeldir,
Ey Türk! Çalış, güven, övün!
Gibi sözlerini hepiniz bilirsiniz. Bunlar basit bir halk hatibinin etrafındaki kalabalıkları coşturmak ve sürüklemek için söylediği lalettayin (gelişigüzel) sözler değildir. Çünkü, gene bilirsiniz ki, Atatürk basit bir halk hatibi değildi. Bir kürsü politikacısı, bir demagog değildi.”
Şevket Süreyya Aydemir
“ Atatürk’ün büyüklüğü, sadece bir milli bir kahraman, bir büyük asker, bir büyük devlet adamı olarak değil, “çağ açan” bir tarih yapımcısı olarak gün geçtikçe daha iyi anlaşılıyor.”
Vedat Nedim Tör
“ Atatürk bir anı değil, bizim en yüce gerçeğimiz… Zati her gün biraz daha gerçekleşiyor; kendini her gün biraz daha kuruyor. Bir düşünce, bir fikir, bir imandı Atatürk; durmadan onun için yaratıyor… Toprağımızı besliyor, doğan kuşakları yetiştiriyor.”
Prof. Selahattin Batu
“ Bana kalırsa yapılacak ilk iş, Atatürk’ü kendi görüşlerimize zoraki uydurmaktan vazgeçmek olmalıdır. O’nu ele alırken, kendimize karşı, doğru ve içten davranalım.O’nun büyüklüğünü kullanmaktan vazgeçelim, bu büyüklük nerede, ne için büyüklükse onu anlayalım ve onunla kendi tasarılarımız, inanışlarımız arasındaki zoraki değil, gerçek ilişkiler kuralım. Türk toplumunu kurtarmak isteyen ilericiler için böyle davranmakta ancak yarar vardır kanısındayım.”
Melih Cevdet Anday
“ Atatürkçülük nedir?
Kısaca, Atatürk’ün sözleri ve devrimleriyle getirdiği yeni düşünce sistemi ve önümüzde açtığı yeni yoldur.
Büyük Ata’nın dediklerini ve yaptıklarını bir bütün halinde ele alıp inceleyince vardığımız sonuç ise şu oluyor: Bu düşünce sisteminin temeli laikleşme ve Batıya yönelme ilkelerine dayanır.
Atatürk, bir demokrasi aşığıydı.”
Yaşar Nabi
Fazla söze ne hacet! Okuyorsanız, eğriyi doğrudan ayırma yeteneğiniz gelişmişse, bildiğiniz doğrulardan şaşmıyorsanız, işte o zaman aklın yolu birdir.
Ülke çıkarlarını kişisel çıkarlarınızın üstünde tutan bir vatandaşsanız, elbette önce İNSANsanız sanırım Atatürk’e layıksınız…
HAYATA BAKIŞIMIZI SORGULAMALIYIZ…
Son yıllarda yaşamı ve olayları daha bir sorgular olduk sanki. Bana mı öyle geliyor, bilmiyorum açıkçası… Tümümüz değil elbette ama gerçekten ciddi anlamda düşünenlerimiz var. Kurcaladıkça altından habire bir şeyler çıkar ya hani aynen öyle… Bir bakıyorsunuz hayatı es geçenler, dünya yansa umurunda olmayanlar, tüketim çılgınlığı içinde kendinden geçenler; diğer yandaysa ciddi ciddi “nereye gidiyoruz” u sorgulayanlar, çıkış yolu arayanlar… Hayatın anlamı üzerine kafa yoranlar…
Çağımız insanı bilinçlendi, olanı biteni sorguluyor. Nedenini, niçinini araştırıyor. “Ne yapabilirim?” e kafa yoruyor. Kitapçı raflarında dizili sıra sıra kitaplara bir göz atalım. Genellikle kişinin gelişimine katkıda bulunmayı amaçlayan kitaplar bunlar… Kısaca geliştirenler dizisi de diyebiliriz. Yaşamda rastlanacak olaylara karşı tavır ve düşünce geliştiren yazılar… Her durumda ve her koşulda ne yapmamız gerektiğini irdeleyen cümleler…
Sizce kitaba dayalı olarak verilen bilgiler ne kadar etkili olur dersiniz? Bu okuyan ve ondan yararlanmayı amaçlayan kişiye göre değişir elbette. Ne var ki okunan her kitap, doğru yorumlanırsa mutlaka yararlıdır. Ben bu tür kitapları okumaya bayılıyorum. Sanırım en önemli özelliğim: Ben öğrenmeyi seviyorum…
Başımı kaldırıp kitaplığıma bakıyorum. İlk anda gözüme çarpan kitap adları şöyle:
Bizi Biz Yapan Seçimlerimiz
Bir Kapı Kapanır Bir Kapı Açılır
Mücadeleyi Bırak Yaşamla Dans Et
Koza Kelebeği Bilmez
Odaklanmanın Gücü… ve daha niceleri…
Bir sıkıntımız olduğunda nasıl bir arkadaşımızla paylaşmak bizi ferahlatıyorsa, benzer sorunlara çözüm arayan bir kitap da bize pekala bazı konularda yol göstericilik yapabilir.
Hayatı çok ciddiye almadan ama ona gereken önemi ve değeri vererek yaşamak gerekir diye düşünenlerdenim. Ne demek hayatı çok ciddiye almamak ?... Olmazlarda çok üzülmemek… Elimizden geleni yaptığımız halde, değişmeyenlerle kendimizi yıpratmamak… Bazı insanları, eşimizi, çocuğumuzu olduğu gibi kabullenmek belki… Hatta başımıza gelenleri bile…
Hayatın da esprileri vardır ve onları ıskalamamak gerek… Hayatın hoş ve eğlenceli taraflarını bulmak, esprilerini yakalamak… Hoşgörülü olup zaman zaman da gülüp geçivermek belki… Galiba yaşama sevinci de bu yollardan geçerek ulaşılan bir ülke…
Hayatla kavga etmek yerine onunla dansetmek gerekir diye düşünenlerdenim. Bakın zıtlaştığınız çocuğunuzla tavır değişikliğine giderseniz, uzlaşı yolunu yakalayabilirseniz hemen bir şeyler değişecektir göreceksiniz. Önce siz değişmelisiniz. Gücümüz sadece kendimizi değiştirmeye yeter, başkalarını değil. Elbette güzel örnekler olursak da mesele kalmaz.