Suudi Arabistan, İran gerginliği çok kötü haber

Öyle hemen aceleyle arabanın arkasına atlamazdan önce belki de Türkiye’nin Suudi Arabistan önderliğinde, Riyad merkezli İslam dünyasındaki zararlı veya pek de istenmeyen unsurlarla savaşmak üzere oluşturulacak yeni bir ittifaka katılmayı ikinci bir kez düşünse yararlı olurdu.

Öyle hemen aceleyle arabanın arkasına atlamazdan önce belki de Türkiye’nin Suudi Arabistan önderliğinde, Riyad merkezli İslam dünyasındaki zararlı veya pek de istenmeyen unsurlarla savaşmak üzere oluşturulacak yeni bir ittifaka katılmayı ikinci bir kez düşünse yararlı olurdu. Sünni bir ittifak mı olacaktı kurulan? İran’ı da kapsayacak mıydı? Zaten halihazırda mezhepsel ve etnik cehennem ateşlerinin ısıttığı kazanda kaynamakta olan Orta Doğu’da yeni bir Sünni ittifakın kurulması yararlı mı olacaktı?
Suudi Arabistan tüm itidal çağrılarını dikkate almayarak önde gelen Şii rejim muhalifi Nimr al-Nimr’in de aralarında bulunduğu 47 kişiyi – ki 2004 yılından bu yana bu kişiler idamı beklemekte idiler – idam edince zaten uzun bir süredir sıkıntılı ve gergin olan Riyad-Tahran ilişkilerinde yeni ve tehlikeli bir dönem başladı. Şii göstericiler Suudi Arabistan’ın Riyad büyükelçiliğini bastı, bazıları elçiliğe girdi ve bir zamanların ABD elçiliğine yapıldığı gibi elçiliği ateşe verdiler.
Diplomatik misyonların güvenliği ev sahibi ülkelerin görevi, hatta namusudur. Uluslararası diplomasi kuralları ve yabancı misyonlarla ilgili Cenevre Konvansiyonu bunu gerektirir. Şii bir din adamının idamı sonrasında galeyana gelen halkı engellemek, elçiliğe girmesine müsaade etmemek doğal olarak Tahran’ın sorumluluğu idi. Suudiler de böyle düşünmüş olmalı ki yangın kısa zamanda itfaiye müdahalesiyle söndü ama ilişkilerdeki yangın devam etti. Elçiliğe müdahalenin rejimin izni hatta desteği olmadan gerçekleşemeyeceği düşüncesindeki Suudi yönetimi İran ile siyasi ilişkilerini kesti. Ardından da Körfez ülkelerinden benzer adımlar gelmeye başladı. Zaten ne beklenebilirdi ki? Ancak daha birkaç hafta önce sadece Sünni 34 ülkenin oluşturacağı açıklanan Suudi önderliğindeki yeni Orta Doğu ittifakı haberleri mezhepsel bir ayrışma korkularını zaten artırmıştı, gelişmeler bu korkuları iyice körükledi.
İslam dünyasındaki birlik, beraberlik iddiaları, hele hele Arap dünyasındaki büyük birlik söylemleri hep safsatadan öteye maalesef gidemedi. BM çok endişelendi. Viyana, Cenevre süreci mimarları durumdan büyük kaygı duydu. Zaten kışın ortasında önemli doğal gaz kaynağı Rusya ile gereksiz bir şekilde krize giren Türkiye, bu kez kendi çıkarını da düşünerek ne doğal gaz sağlayan ikinci önemli kaynağını, İran’ı sinirlendirme, ne de “Sünni ittifak” içerisinde saflarını sıklaştırdığı Suudi yönetimiyle ters düşmek istemeyip, orta yolu tercih ederek her iki ülkeye de itidal tavsiye etti.
Pimi çekilmiş bombaya dönen bölgedeki bu yeni nifak tohumu şüphesiz ki bir süre sonra giderilmiş gibi bir havaya bürünse de, karşımızdaki sorun çok eski ve açık bir yaraya tuz dökme gibi bir durum. Suudi yönetimi önderliğinde, Suudi Arabistan’ın yakın dostları Amerikalı ve İngilizlerin ve tabii Türkiye, Pakistan, Katar ve sair “dostların” destek ve stratejileriyle ortaya çıkıp tüm bölgeyi cihatçı, selefist, siyasi İslam kan çanağına döndüren ister adına Taliban, El Kaide, isterse Irak ve Şam İslam Devleti (Işid ya da Daeş) ile savaşacak Sünni ittifakı zaten şaka gibi bir durum değil miydi? Şimdi buna bir de Sünni-Şii gerilimi, potansiyel çatışması eklenir ise o pimi çekilmiş Orta Doğu bombası acaba ne hale gelir?
Mesele bu... Mesele korkunç. Bu ateş hemen söndürülmeli.
Ege Kıyılarına vuran Ayan bebekleri, gençleri, ihtiyarları konuşuyor Türkiye ve dünya son haftalarda. Gün geçmiyor ki 3,5,10, hatta bir defada 25, 30, 50 mahvolmuş hayat sahile vurmasın...
Köln şehri ayağa kalkmış. Suriyeli göçmenler yılbaşı öncesi hırsızlık ve kadınlara yönelik saldırılarda bulunmuşlar şehirde. Kabul edilebilecek durumlar değil. Üstelik Suriyeli Göçmenler, hani bizde de “Beni Erdoğan davet etti, bana yardımcı olmak vazifeniz” dedikleri iddia ediliyor ya, “Bizi Merkel davet etti, yardımcı olmak zorundasınız” falan demeye kalkmışlar Alman polisine... Polis şefi görevinden olmuş tabii bu görev yetersizliği dolayısıyla. Adamlarda utanacak yüz var, bir de bize bak... Ama Merkel geri adım atmamış. Mülteci sorununun çözümü Suriye sorununun çözümünden geçer demiş. Türkiye 2 milyon mülteciye ev sahipliği yaparken 500 milyonluk Avrupa ne yaptı diye hesap sormuş. Türkiye’ye 3.5 milyar Euro yardım yapılmasının yeterli olmadığını, daha da yardım yapılması gerektiğini söylemiş.
Daha iki gün önce vizesiz seyahati bir yıl öne alıp 2016 Temmuzunda başlayabileceğini söylemişti. Geçen seçimde Türkiye’nin AB’de işi yok teziyle seçimi kazanmıştı, şimdi Türkiye’nin AB üyeliği için çalışacağını söylüyor... Olacak işler değil.
Merkel’in Türkiye’ye dönük bu yeni aşkı doğal değil. Sebebi ne? Mülteciler ve Türkiye’nin giderek daha da önemli bir tampon ülke olması mı? Herhalde Nazi Almanya’sına yönelik tazelenen aşkı değil bazı çevrelerin...
Ama ne derseniz deyin mülteci olmak bir sorun ama ev sahibi ülkeler açısından da güvenlik, sosyal huzur, ahenk ve gelecek planlamaları açısından da çok önemli bir konu. Suriye meselesinin bir başka boyutu bu. Evlerinde huzur, ülkelerinde barış kalamayan insanların daha iyi yaşam, güvenlik peşinde ülkelerini terk etmeleri öyle sıradan bir olay değil. Açın bir okuyun “Haykırış” belgesel kitabını çok değerli Orhan Kilercioğlu paşamızın, Kıbrıs’tan sorumlu eski devlet bakanımızın. Hani bu günlerde yıl dönümünü andık ya 1963 Kanlı Noel’inin, işte o Noel ve sonrasında insanların evlerinden, yurtlarından can korkusuyla, her şeylerini geride bırakarak feryat-figan kaçışlarını, bir de o kitabı okuyarak gözlerinizin önüne getirin. Mülteci derken komşu bahçeye kurulan çadırda, yağmurunda, çamurunda Kıbrıs’ın o korkunç sıcağında koca 11 yıl yaşamak zorunda kalan Ömer kardeşimi, ailesini düşünün. Yıllar geçti ben unutamıyorum ve bugün kolayca Türkiye’ye arka dönüp Rumla hemhal olmaya çalışanları anlayamıyorum.
İşte o mülteciler gelmeye, Türkiye üzerinden Avrupa’ya, ABD’ye, Kanada’ya, Avustralya’ya falan gitmeye çalışacaklar, Ege’de boğulacak, karaya vuracak birçoğunun cansız cesedi... Bu sorun çözülmeli, bu insanlara insanca el uzatılmalı ama bu yük de adil bir şekilde paylaşılmalı... Öyle 3,4 milyar Euro yardım ile olacak işler değil bunlar.
Siyasi çözüm lazım... Bu siyasi çözüm zaten Türkiye ve bazı ülkelerdeki “Esat’sız Suriye” takıntısı nedeniyle zaten epey zordu, şimdi hangi Viyana veya Cenevre sürecinde İran’ı Suudilerle veya Suudilerin finanse ettiği “ılımlı İslamcı” Sünni savaşçı önderlerle yan yana, karşı karşıya oturtabilecek, nasıl uzlaşı sağlayacaksınız?
İran’ın iyice sahipleneceği, zaten Rusya’nın fiili olarak onun safında savaştığı Başer Esat şimdi daha zor bir hedef olacak onu indirmek isteyenler için...
Peki ne olacak 23 Ocak’ta Viyana’da Esat rejimi ve muhaliflerin bir araya gelip yapacakları “geçiş süreci ve ateşkes” müzakeresine? Ne olacak 25’inde toplanacak Cenevre sürecine? Ne dersiniz hala daha 18 ay içerisinde Suriye’de geçiş süreci tamamlanıp, seçimlere gidilip, yeni bir döneme geçiş yapılabilir mi?
Korkarım daha Ege sahillerine çok ceset vuracak, çok Ayanlar mahvolacak...
Bu haber 1717 defa okunmuştur

:

:

:

: