Görüşme masasında şekillenmekte olan federal çözüm, Kıbrıs Türk halkının 1960 antlaşmaları ile uluslararası alanda tescil edilen aslı ve kurucu eşit hak ve statüsünü ortadan kaldıran bir sürece dönüşmüştür.
Görüşme masasında şekillenmekte olan federal çözüm, Kıbrıs Türk halkının 1960 antlaşmaları ile uluslararası alanda tescil edilen aslı ve kurucu eşit hak ve statüsünü ortadan kaldıran bir sürece dönüşmüştür. Anavatan Türkiye’nin garanti ve ittifak antlaşmaları çerçevesinde Kıbrıs’taki caydırıcı , etkin varlığına ,aslı ve kurucu statüsüne 'yabancı güçler' tanımı ile son verillmesi ve etkisiz yeni bir garanti sistemi ile ikame edilmesi amaçlanmaktadır. Temel haklarımızın BM/AB birincil hukuk sistemi dışına itilmek istenmektedir. Kalıcı derogasyon içermeyen geçici ve süreli güvenceler öngörülmektedir. Güvenliğimizin temel unsurlarının sözde 'Kıbrıs Cumhuriyeti’nin' BM ve AB içinde yaratılan hukuksuz altyapısının bir türevi olarak görülmesi fevkalade kaygı verici bir gelişmedir.
Görüşme heyetimizin 'garantiler tabu değildir ' 'Rumların da güvenlik kaygıları var ' 'tarafların ayrı egemenlik hakları hiçbir dönemde masaya gelmemiştir ' gibi barış dili adına kullandığı söylemler en hayat kırmızı çizgilerimiz üzerine gölge düşürmekte ve ciddi istifhamlar yaratmaktadır. Herşeyden önce Kıbrıs Türk halkının Rumlara eşit ayrı siyasal ve egemenlik hakları 1954-56 yıllarında zamanın İngiltere Dışişleri ve müstemlekeler bakanı Sir Lennox Boyd tarafından İngiliz parlamentosunda ilan edilen ve 1960 antlaşmalarına temel teşkil eden ana unsurların başında gelmektedir. Kıbrıs Türk halkının ayrı egemenlik hakları 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş antlaşmalarında ve Kıbrıs devletinin tüm karar organlarındaki eşit söz ve veto hakkı ile yerini almıştır. Bu temel haklarımızın ortadan kaldırılması ancak yeni bır uluslararası antlaşma ile ve tarafların ortak mutabakatı ile mümkündür. Keza, federal bir antlaşmanın resmiyet kazanması Türk ve Rum halklarının ayrı ayrı referandumuna bağlanmıştır. Bu ayrı selfdeterminasyon ve ayrı egemenlik hakkımızın açık bir delilidir. Şubat 2014 belgesindeki tek egemenlik kavramının iki halkın ayrı egemenlik haklarına istinad etmesi tarafların,1960 da birincil hukuk altında tescil edilen jenerik, kurucu egemenlik haklarını elbette ortadan kaldıramaz. Bunun aksine bir tersife, Rum- Yunan kanadının soyunması değişmeyen Helen egemenliği ve üniter bir Kıbrıs Devleti tutku ve ideali ışığında şaşırtıcı değildir. Asıl şaşırtıcı olan husus, görüşmeci heyetimizin temel kırmızı çizgilerimiz üzerinde kararlı bir duruş sergilemekte geç kalmasıdır.
Kıbrıs Türk halkının uluslararası haklarının yarım asırdan beri askıya alınmasına ve belirsizlik içinde tutulmasına seyirci kalan BM ve AB, bu sefer Kıbrıs Türkünün mülkiyet haklarını onyıllarca sürecek hukuk savaşlarına kurban edilmesine izin vermemesi gerekmektedir. Çözümün,1963 de olduğu gibi yeniden Rum kanadı tarafından ihlal edilmesi karşısında, Kıbrıs Türkünün Rumlara eşit bir uluslararası devlet kimliğinde dünya milletleri ve AB nezdinde yerini alması koşulunun birincil hukuk altında garanti edilmesi nihai çözümün temel bir unsuru olmalıdır. Sözkonusu haklarımızın, BM ve AB koridorlarında dilencisi durumuna itilmemizin koşulları yeniden asla yaratılmamalıdır. Bu yöndeki temel kaygılarımızı BMGS Kıbrıs Özel Temsilcisi’ne iletmiş bulunuyoruz. Bu kaygılarımıza ilişkin somut güvencelere resmiyet kazandırmak KKTC görüşmeci heyetine düşmektedir.
Uluslararası antlaşmalarla ve birincil hukuk niteliğinde teşcil edilen temel haklarımızı savunmak ve benimsetmek KKTC’de tüm siyasi partilerin ortaya koyacağı kararlı ve inançlı kollektıf gayret ve enerjiye bağlıdır. Böyle bir ulusal mobilizasyon ve konsensüsün Türk kamu oyuna mal edilmesinde kuşkusuz TC Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ve KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Akıncı’ya da tarihi bir görev düşmektedir.