Gelmeyen bayram

Herkesin beklediği bayrama kavuşması dileğiyle...

 


Yıllardır yalnız yaşadığı evde yine bir sabaha yalnız uyanıyordu. Sabah ezanıyla birlikte yatağından yavaşça doğruldu. Yeni bir güne uyanmanın sevinciyle Rabbine şükretmek için üzerini giyindi, abdest aldı, odasının bir köşesinde hep serili duran seccadesinin üzerine geldi. Yılların verdiği yorgunlukla neredeyse rukû halini almış olan belini biraz doğrultmaya çalışarak tekbir aldı. Rabbinin kelimeleriyle Rabbine yalvarıyordu... Halini en iyi bilen yüceler yücesinin huzurunda olmak onu en çok mutlu eden şeydi. Ağır ağır okumaya başladı.
Namazını huşu içerisinde tamamladı. Her zaman yaptığı gibi tesbihini eline alıp, uzun bir müddet seccadesinin üzerinde zikir ve tefekkürle meşgul oldu. Bu sabah içinde başka bir duygu vardı. Yılların verdiği yalnızlık hissi bu sabah kendini daha çok hissettiriyordu sanki... Karmaşık duygular içerisinde düşüncelere dalmış, vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştı bile. Hava aydınlanmış, dışarıda kuş sesleri etrafı çınlatıyordu. Yerinden yavaşça doğrulup pencerenin önündeki divanın üzerin oturdu, etrafı seyretmeye başladı. Köyün alt tarafındaki bahçeleri, karşı yamaçtaki tarlaları, bağları, sabah güneşiyle aydınlanan dağların zirvelerini uzun uzun seyretti. Oturduğu yerden etrafı seyrettikçe düşüncelere daldı. Gözünün görebildiği her yerde ayrı bir hatıra vardı. Zamanında ekip biçtikleri tarlaları, çeşit çeşit sebze meyve yetiştirdikleri bahçeleri, yamaçlarında çobanlık ettiği dağları o günlerin hasretiyle tek tek inceledi. Bütün bir ömür adeta bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti gitti. Derin bir ah çekti -vay yalan dünya vay, dedi. Boyaları yer yer dökülmüş olan duvarda rahmetli eşinin büyükçe bir resmi asılıydı, o resimle konuşmaya başladı.--' Gördün mü Hacı bey bu bayram da yalnızım. Bizim bayram yine gelmedi. Sen de gelemezsin, bari sen çağır da ben geleyim. Buraların tadı kalmadı artık,' dedi.
Hatice ninenin bir oğlu vardı. Bir bayram günü doğmuştu ondan dolayı adını da bayram koymuşlardı. Umudu, tesellisi, yaşam kaynağı, sevinci her şeyi idi. Uzaklara gitmişti, onun her gelişi Hatice ninenin bayramı idi. Bu bayram da oğlu gelecek diye heyecanla beklemişti. Kendi imkanlarınca hazırlıklar yapmıştı. Titreyen elleriyle oğlunun sevdiği yemeklerden hazırlamış, tatlılar yapmıştı. Dermansız dizleriyle büküle büküle ortalığı toparlamış, temizlik yapmış eve bir bayram havası vermeye çalışmıştı. Yaptığı tatlılar, pişirdiği yemekler olduğu gibi duruyordu. Hazırlık yaptığı günlerde yanına gelen komşularına 'Bayram gelecek. Baklava yapacağım, börek açacağım, hoşafı da pek severdi, bir kazan da erik hoşafı yapacağım'...vs. yapacaklarını anlatırken adeta çocuklar gibi seviniyor, yüreği pır pır ediyordu. Ne yazık ki bütün sevinci kursağında kalmıştı. Bayram gelmiş, herkesin sevdikleri gelmiş, ama O''nun Bayramı gelmemişti...
Bayramın son günü geride kalmış, uzaklardan ziyarete gelenler birer ikişer dönüş yoluna girmişlerdi. Köyün karşı tarafından vadiye doğru uzayıp giden, gittikçe kaybolan yola doğru baktı. Her gün umutla baktığı yola bu sefer hüzünle bakıyordu. Köyden birer ikişer ayrılan arabalar peşlerinde hafif bir toz kaldırarak uzaklaşıyor, bir müddet sonra gözden kayboluyorlardı. Arabaların içinde olanlar, bir bayramı daha sevdikleriyle geçirmiş olmanın hazzıyla huzurlu, mütebessim bir çehreyle evlerine dönüyorlar, geride kalanlar da uzun zamandır görmedikleri oğullarını, kızlarını, torunlarını görmüş olmanın bahtiyarlığı içerisinde, gelecek bayramda yine görüşme umuduyla peşlerinden el sallıyorlardı.

Pencereden dışarıya bakarken camın önünde duran saksıdaki reyhanlar dikkatini çekti. Yaprakları solmaya başlamıştı. Bayram hazırlığı yapayım derken bir kaç gündür onlarla ilgilenememiş, hava da sıcak olunca çabucak etkilenmişlerdi. Elleriyle yapraklarına dokundu, kokladı, reyhanlarla konuşmaya başladı. 'sizin bayram da mı gelmedi, siz neye üzüldünüz de boynunuzu büktünüz benim gibi... Bayram bizim evi unuttu sizi kim unuttu? Sizin de mi yaşama sevinciniz tükendi niye buruştunuz böyle' dedi. Çiçekler susamışlardı ama Hatice nine çiçeklere su vermeyi hiç aklına getirememişti. O'nun aklı Bayrama takılmıştı. Yerinden doğruldu, bir eliyle belini tutarak, diğer elindeki bastonuna dayana dayana mutfağa doğru ilerledi, pişirdiği yemeklere, yaptığı tatlılara üzgün üzgün baktı. Gözleri dolu doluydu o kadar emek verip hazırladığı yemekler hiç açılmamıştı. Bir lokma bile yemek gelmiyordu içinden. Köylülerinden bayramlaşmaya gelenler olmuş ama onlar da çok kalmadıkları için ikram edememişti. Bir de onun yaşlı ve zayıf halini bilenler zahmet etmesin, yorulmasın diye yemek telaşına girmesini istemiyorlardı. Kapının önündeki çeşmeden doldurduğu sürahi masanın üzerindeydi. Bir bardak su içti. Tekrar odaya geçti. Pencerenin önüne doğru varırken, Rahmetli eşinin resminin asılı olduğu duvarın karşısındaki duvarda asılı duran Bayram'ın resmine gözü takıldı. Yaklaştı yavaşça resmi duvardan indirdi. Pencerenin önündeki divana oturdu. Resme uzun uzun baktı eliyle okşadı, göğsüne bastırdı, gözleri buğuluydu... Resmi tekrar eline aldı. Buğulu gözleriyle seyretti, bir ara sanki Bayram'ı görüyormuş gibi heyecanlandı, Bayramın yanaklarından öpüyormuş gibi resmi öptü. Sanki Bayram'ı kucaklıyor gibi resmi tekrar bağrına bastı. Oturduğu yerden uzakları seyrediyordu. Bayram ziyaretini bitirip de köyden ayrılmakta olan Hasan'ı gördü. Hasan arabasına binmek üzereydi. Uzaktan el salladı 'Hatice nine hoşça kal' dedi. Hatice nine de ona el salladı. Hasan, Bayram'la akrandı beraber büyümüşler beraber okumuşlardı. Ona baktıkça Bayrama olan hasreti daha bir arttı sanki. Hasan arabasını çalıştırıp hareket etti. Hatice nine Hasan'ın arabası gözden kayboluncaya kadar peşinden baktı. Sonra elindeki resme tekrar baktı bir daha göğsüne bastırdı. Bakışlarını uzaklara çevirdi. Dudaklarından şu sözler dökülüyordu.

'Bayram geldi eller güldü sevindi
Bize gülmek nasip olmadı Bayram.
Hasretler kavuştu acılar dindi
Bizim evimize gelmedi bayram.'..
Gözlerindeki yaşları elinin tersiyle sildi. Uzaklara doğru bakmaya devam ediyordu. Göğsüne bastırdığı resmi tutan eli git gide gevşemeye başladı. Yavaş yavaş eli dizlerinin üzerine kadar indi. Resim halen elindeydi. Diğer eli yana düştü. Sırtı duvara dayalıydı. Yola doğru bakan gözlerinde görüntü kayboldu. Başı önüne doğru yavaşça eğildi, cama dayanıp öylece kaldı.
Oğluyla gelinini yolcu eden Gülsüm, Hatice ninenin cam önünde duran reyhanların solmuş olduğunu fark etti. Oysa Hatice Nine bu çiçeklere gözü gibi bakardı. Meraklandı, eve doğru yöneldi. Köylerinde kapı kilitleme diye bir şey yoktu. Herkes biri birine güvenirdi onun için rahatça kapıyı açıp içeri girdi. Gördüğü manzarayı anlatmak ne mümkün. Hatice nine, elinde oğlunun resmi olduğu halde cam önünde cansız bir halde duruyordu. Reyhanlar da camın arka tarafında onunla beraber solmuşlardı....
Bayram'a haber gönderdiler, geldi. Üzgündü, pişmandı, perişandı. Annesinin böyle sessiz sedasız gideceği hiç aklına gelmezdi... Gelmemek için ürettiği bahaneleri düşündü. Aslında en büyük bahanesi bile bir hiçten ibaretti. Artık telafisi yoktu. Ne özür dilemeye ne sesini duymaya imkan kalmamıştı. Bayram köye gelmişti amma annesinin onu karşılama imkanı yoktu artık.
Eş dost akraba toplanıp Hatice nineyi defnettiler. Bir kaç gün sonra Bayram da yüreği buruk gözleri yaşlı bir halde köyden ayrıldı.
Üç nokta... Dostlar, yaklaşan bayram günlerini sevdiklerimizle, arkadaşlarımızla, dostlarımızla doyasıya değerlendirelim. Kırgınlık, dargınlık aramızda hiç bir olumsuzluk kalmasın. Üç günlük dünya gönül kırıklığıyla karartmaya değmez. Bayramınız şimdiden mübarek olsun.
Bu haber 187 defa okunmuştur

:

:

:

: