Kıbrıs’ta çözüm sürecini desteklemek ve KKTC seçimleri (1)

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Talat sürdürülmekte olan “toplumlararası görüşmeler” sürecini “çözüm süreci” olarak algılamakta ve halkımızdan Nisan 2009’da KKTC’de yapılacak seçimlerde, “çözüm sürecini” destekleyen partilere itibar etmesini salık vermektedir.

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Talat sürdürülmekte olan “toplumlararası görüşmeler” sürecini “çözüm süreci” olarak algılamakta ve halkımızdan Nisan 2009’da KKTC’de yapılacak seçimlerde, “çözüm sürecini” destekleyen partilere itibar etmesini salık vermektedir.

Uluslararası sorunlarda taraflar arasında başlatılan bir müzakere sürecini çözüm veya barış süreci olarak tanımlamak yanıltıcıdır. Yanlış zeminlerde, haksız ve adil olmayan zeminlerde, uluslararası hukuk ve antlaşmaların pervasızca ihlal edildiği zeminlerde yürütülen müzakereler çoğu kez sonuçsuz kalır.
Zaman süreli ve siyasal ve ekonomik bedel ödetme üzerine kurgulanmış, ültimatom niteliğinde müzakereler taraflar arasında kalıcı bir çözüm yerine yeni acılar, kan ve gözyaşı getirebileceği gibi, taraflardan birinin pes etmesi ile de sonuçlanabilir. Hiç şüphe yok ki Rum-Yunan kanadının, halen sürdürülmekte olan müzakerelerden tek beklentisi Türk kanadının, TC-AB süreci içinde ilerleyebilmesine karşılık Kıbrıs’ta Helen egemenliğine yeşil ışık yakmasıdır. TC-AB Gümrük Birliği Ek Protokolünün Kıbrıs için de geçerli olması gibi Aralık 2009’ a endeksli Rum-Yunan dayatmasının yegane hedefi budur. Bu tür dayatmaların AB’nin son Türkiye Raporunda olduğu gibi yerini koruması ve AB Parlamentosunda büyük bir oy çokluğu ile onaylanması düşündürücüdür.
Kıbrıs’ta, Türk ve Rum halkları arasında yıllarca sürdürülmekte olan toplumlararası görüşmeler sonuçsuz kalmıştır. Taraflara, uluslararası hukuk ve antlaşmaların gereği, atfedilmesi gereken siyasal eşitlik, eşit siyasal kimlik ve Kıbrıs’ın geleceğinde eşit söz ve temsil hak ve yetkileri gibi temel parametrelerin göz ardı edilmesi çözümsüzlüğün temel kaynağıdır. Güvenlik Konseyi’nin, 1964’den beri “geçici” kaydıyla başlattığı bu süreç Kıbrıs Türk kanadının tüm uluslararası hak ve yetkileri ile Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki kurucu devlet ve egemenlik haklarının Kıbrıs Rum kanadınca gasp edilmesini önleyememiştir. Tüm bu imtiyazların 45 yıldan beri, tek taraflı olarak Rumlar tarafından yararlanmasına göz yumulmuştur. Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün nedeni bu akıl almaz uluslararası duruşun devamıdır. Kıbrıs Rum kanadı 45 yıllık refahını ve uluslararası alanda güçlenip gelişmesini Kıbrıs sorununu böyle bir çözümsüzlüğe mahkum ederek sağlamıştır. Bu davranış biçimini, 24 Nisan 2004 referandumuna rağmen hala ödüllendirmekte sakınca görmeyen AB çözümsüzlüğün başlıca sorumluları arasına girmiş, halen sürdürülmekte olan müzakere sürecini bir çözüm sürecinden çıkarıp Türk kanadı açısından bir teslimiyet sürecine dönüştürmek üzere fevkalade haksız ve hukuksuz dayatmalara yönelmiştir. KKTC’ye uygulanmakta olan hukuksuz ambargo ve izolasyonlar, Rum –Yunan kanadının AB desteğinde ve AB kurumlarınca, TC-KKTC üzerinde geliştirmeye çalıştığı siyasal, ekonomik ve hukuksal kuşatma, Kıbrıs’ta stratejik Helen egemenliği hedefine cesaret vermiştir.
Sayın KKTC Cumhurbaşkanı “ Rum-Yunan kanadının çözüm olmadığı takdirde hiçbir şey kaybetmeyeceğini” vurgulayarak müzakerelerin “eşitsiz ve zor bir zeminde yürütüldüğünü” ifade ederek, “çözümün Rum-Yunan kanadına çekici hale gelmesinde uluslararası güçlere büyük görev düştüğünü ve bu yönde girişimlerde bulunmaları” gereğine işaret etmiştir.
Yukarıda çizilen çerçeve ışığında, Rum-Yunan kanadına çözüm yolunda insentif
kazandırma ve çözümü çekici kılma sorumluluğunu, Sayın Talat, uluslararası güçlere ve BM hakemliğine ihale ederek Kıbrıs’ta çözüm misyonunu yerine getirmek istediği anlaşılmaktadır.
“Bölünmüş bir Kıbrıs’ın birleştirerek AB üyesi yapmak ve birleşik bir Kıbrıs’ın dünya ile bütünleşmesini sağlamak” KKTC Cumhurbaşkanının varlık nedeni olduğu ve Kıbrıs Türk Halkı için bunun dışında bir yol haritası öngörmediği ortaya çıkmaktadır. Uluslar arası güçlerin ve BM Hakemliğinin Kıbrıs’ta durumu Rum-Yunan kanadına “çekici” hale getirerek tek halk, tek devlet, tek egemenlik, tek vatandaşlık, tek ekonomi ve tek coğrafya adı altında“Helen çoğunluğuna ve Helen egemenliğine dayalı bir çözüm şeklini, BM ve AB’nin dayatması olarak uluslararası gündeme sokarsa “kendini çözüme adamış” tüm siyasi partilerin bu durum karşısında ne yapacağını açık seçik Halkımızın önüne koyarak güven tazeleme yoluna gitmelidir. Bu nedenlerden ötürü KKTC, Nisan 2009 seçimleri tarihsel önem taşımaktadır.
25 Nisan 2004 sabahı, KKTC üzerinden ambargoların kalkması ve taraflara eşitlik çizgisinde yepyeni bir müzakere zemini kazandırılmasına ciddi bir fırsat doğmuştu. KKTC tarihinin en stratejik hatasını yaparak, AB faktörü ile çok daha eşitsiz, dayatmacı ve Türk kanadının kaybetmesi üzerine kurgulanmış bir müzakere zeminine ısrarla ve kırmızı çizgilerimizi güvenceye almadan, önkoşulsuz çıkmayı talep ederek Kıbrıs Türk Halkının geleceğini tehlikeye atmıştır.
19 Nisan 2009 seçimlerinde Halkımız geleceği üzerinde kumar oynayan bir müzakere zeminine hayır diyebilecek son bir fırsatla karşı karşıyadır. Bu tarihi fırsatı yeniden israf etmeye kimsenin hakkı yoktur!
Bu haber 295 defa okunmuştur

:

:

:

: