Kıbrıs sorununa çözüm bulunması amacıyla İsviçre’nin Cenevre kentinde geçtiğimiz günlerde sona eren Kıbrıs görüşmelerinde çözüm yolunda son şans olduğu ifade edilen uzmanlar düzeyindeki müzakerelerden de somut hiçbir sonuç çıkmadı. 12 Ocak'ta düzenlenen dışişleri bakanları düzeyindeki konferanstan da sonuç çıkmamıştı.
Teknokratlar düzeyinde yapılan görüşmelerden sonra konuşan BM Kıbrıs Özel Temsilcisi Espen Barth Eide, görüşmelerin olumlu geçtiğini açıklamış ama ayrıntılarla ilgili bilgi vermemişti. Lakin buna rağmen tarafların yeniden ne zaman bir araya gelecekleri ise belirtmemişti.
Herkesin malumu olduğu üzere Kıbrıs, başta enerji olmak üzere Türkiye’nin güvenlik öncelikleri bakımından da hayati önem taşıyor.
Zira Kıbrıs, dünya enerji rezervlerinin ve üretiminin büyük kısmını barındıran Ortadoğu’yu ve Akdeniz aracılığı ile Doğu ve Batı pazarlarının irtibatını sağlayan Süveyş Kanalı'nı kontrol edebilecek stratejik bir öneme sahip.
Bunun yanında Kıbrıs Adası’nın güneyindeki deniz alanında tahmini rezervi 30 milyar varil ve değeri ise yaklaşık 1.5 trilyon dolar olan petrol ve doğalgaz bulunması, bölgeyi enerji bakımından transit bölgesi olmaktan kaynak bölgesi durumuna getiriyor.
Bizler Kuzey Kıbrıs’ta sığ politikaların sonuçsuz bıraktığı bir çok konuda alternatifler üretmekten yoksun tartışmalar yaparken, Rum Kesimi, enerji kaynaklarının paylaşımı konusunda Türkiye ve KKTC aleyhtarı pozisyon geliştirmelerini sağlayabilmek için İsrail, Mısır ve Lübnan gibi devletlerle anlaşmalar yaparak bu devletleri Kıbrıs meselesine dolaylı olarak müdahil kılmak istiyor.
Bütün bu gelişmelere baktığımız da Kıbrıs’ta garantör devletlerden biri olan Türkiye’nin sözü edilen enerji kaynakları konusunda durumu takip etmesi, kendisinin ve KKTC’nin haklarını koruması hem hukuki, hem de güvenlik açısından bir gereklilik olarak ortaya çıkıyor.
Garantör ülkelerden bir diğeri olan Yunanistan ise garantörlük sisteminin sona erdirilmesini, yerine Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan arasında bir 'dostluk ve işbirliği anlaşması' imzalanmasını savunuyor.
Türkiye ise garantörlük sisteminin devamını ve Türk askerinin bir bölümünün Ada'da kalmasını istiyor. Taraflar arasında daha başka görüş ayrılıklarının olduğu da anlaşılıyor.
Şimdi ortaya şöyle bir soru çıkabilir.
Madem taraflar ve garantörler arasında onca görüş ayrılığı var ki gerçekten var. O zaman bu sorun hangi temel üzerinden kurgulanıp çözüm odaklı ele alınacak?
Öyle ya ortada henüz bir mutabakat yok.
Üstelik çözülmeyen onca sıkıntı mevcut.
Bütün bunlar dururken bu çözüm nasıl gerçekleşecek?
Doğrusunu isterseniz bu sorunun çözüşüp çözülmeyeceği konusunda soruna müdahil olan milletler dahil kimse bundan emin olamıyor.
Zira çözüm ihtimali olduğu kadar çözülmeme ihtimali de ortada durmaktadır.
Peki, o zaman nedir bu çözüm çabalarının altında yatan nedenler?
Bunun da bir tek nedeni yok tabi.
Lakin en önemli nedenlerinden birisi kuşku yok ki Kıbrıs’taki enerji rezervleridir.
Kıbrıs odaklı toplantılar yapılmasının altında yatan önemli nedenlerden bir tanesi de budur.
Dolayısı ile bugün devam eden sürecin çözüm odağında sadece adanın birleştirilmesi ve bu gerçekleşirken Türkiye’nin ada ile olan yasal bağının askeri gücü ekseninde kopartılması çabalarının yanında Kıbrıs’ın AB topluluğu bütününde değerlendirilmesi yanı sıra iktisadi işbirliğinin de taraf olan garantörlere sağlayacağı avantajların gözetilmesiyle ilintili olduğunu sanırım düşünmemek saflık olur.