Parlamenter rejimlerin anası sayılan İngiliz Parlamentosu’nda en köklü ve kutsal sayılabilecek geleneklerinin başında üyelerin parlamento nezdinde, doğruluk ve dürüstlük ilkelerine riayet ve bağlılığı gelmektedir. Yalan beyan ve kasıtlı olarak parlamentoyu yanıltmak, devlet görevlerinden derhal istifa ve azli gerektiren suçlar kapsamındadır. Özellikle hükümet adına konuşan bakanların parlamento önünde gerçeği gizlemeleri veya yalan beyanda bulunmaları derhal istifayı gerektiren ciddi bir suçtur.
Tarih, İngiliz Parlamentosu’nun bu köklü ve soylu geleneğinin aksine, 2003-2004 yıllarında, asrın en büyük “devletlerarası sahtekarlığına” tanık olmuştur. GKRY (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi), AB Komisyonu kanalı ile AB’ne üye 25 ülkenin hükümet ve parlamentolarına, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs için öngördüğü çözüm planını kabul edeceğine ilişkin sahte niyet beyanı ve taahhütle Kıbrıs-AB tam üyelik müracaatını, Kıbrıs Türk Halkının onay ve katılımı gerçekleşmeden ve tamamen hukuksuz bir altyapıda gerçekleştirmeyi başarabilmiştir. Ne yazık ki, Kıbrıs’a garantör ülke konumunda olan İngiltere, Kıbrıs’taki askeri üslerine zarar gelir kaygısı ile GKRY’nin bu hukuksuz tasarrufunu kendi parlamentosunda onaylatmakla kalmamış, bu oldu-bittiye, 25 AB ülkesinin taraf olmasına emsal teşkil ederek Kıbrıs - AB tam üyelik sürecinin, hukuksuz ve sahte taahhütlere dayalı altyapısının tüm AB Parlamentolarında onaylanmasına yol açmıştır.
Annan Planı’nı, Türk Kanadı 24 Nisan 2004 referandumunda kabul etmiş, Rum kanadı ise reddetmiştir. İngiltere Başbakanı Tony Blair “TC-AB süreci olmasaydı Türk kanadının Annan Planını kabul etmesini hayal bile edemezdik” sözleri ile Türk kanadının uzlaşma uğruna büyük ödünler verdiğini, İngiliz Parlamentosu’nda zabıtlara geçirmiştir.
AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri Günter Verheugen İsviçre’de plana evet diyen ve sonradan Rum halkını referandumda “hayır” demeye bütün gücüyle teşvik eden GKRY cumhurbaşkanı Tasos Papatopulos’u güvenilmez ilan edip, Rum halkının AB’ni aldattığını açıkça ifade etmiştir. Verheugen, taahhütlerini yerine getirmeyip, çözümü reddeden Rum kanadının Kıbrıs’taki Türk askeri varlığının meşruiyetinin devamını sağlamış olduğunu, Türkiye’den KKTC’ye yerleşen işgücüne ise itiraz etme hakkını kaybettiğini vurgulamıştır.
Annan Planı’na “evet” demesine karşılık KKTC’ye uygulanan ambargo ve izolasyonların kaldırılması, AB ve KKTC arasında direk hava ve deniz ulaşımı çerçevesinde doğrudan ticareti ve mali yardımı öngören tüzüklerin yürürlüğe girmesi ve AB organlarınca Kıbrıs Rum ve Türk Halklarına eşit muamele sürecinin başlatılması, AB taahhütleri olarak, gündeme gelmişti.
Yukarıda özetlenen ve AB merkezlerinde, dünyanın gözü önünde sergilenen devletlerarası sahtekarlığa Rum kanadı yerine Türk kanadı başvurmuş olsaydı hiç şüphem yok ki, Türk kanadına karşı zecri yaptırım talebiyle, AB Bakanlar Konseyi, Garantör ülkeler ve BM Güvenlik Konseyi acilen toplanır, söz konusu oldu-bitti, ters yüz edilinceye kadar, mesele dünya gündemini sürekli meşgul ederdi.
Sahtekarlığın kurbanı ve aldatılan KKTC olunca kayda değer bir infial ve reaksiyon olmadı. Kimse istifa etmedi,uluslararası formlarda Rum-Yunan kanadına ciddi bir takbih ve uyarı gelmedi. Bu durumun en kahredici yönü ise üç nesil insanımızın hak ve hukukunu çalan, “Devlet ve Egemenlikteki” kurucu ve eşit haklarını silah zoru ile gasp eden Rum Yönetimi’nin hukuksuz tasarruflarına karşı mukabil haklarımızın verilmesi ve en azından gündemde olan AB taahhütlerinin yerine gelme aşamasına girildiği bir noktada, KKTC Cumhurbaşkanı’nın “ayrı bir devlet olarak tanınma istemiyoruz ve her şeye rağmen koşulsuz görüşmelere yeniden başlamaya hazırız” gibi şehitlerimizin de kemiklerini sızlatan muti bir yaklaşım içine girmesi, gerek AB gerekse Rum-Yunan kanadını tüm uluslararası baskılardan kurtarmaya yetmiştir.
Yarın: Devletlerarası sahtekarlığın ibret verici boyutları -2