ELAM’ın Başkan Yardımcısının önerisi ile bu karar oylandı ve kabul edildi.
AKEL milletvekillerinin dışında kalan bir görüş birliği ile alındı bu karar.
Başkan Nikos Anastasiadis’in partisi ise çekimser kalmayı tercih etti.
Bu durum Kuzey ‘de tepkiyle karşılandı karşılanmasına lakin mevzu daha çok çözüm karşıtı duruş sergileyenlere bir dayanak oluşturdu.
Yani anlayacağınız Güney’de ağırlıklı olan faşist yaklaşım, Kuzey’deki çözüm karşıtlarına can simidi oldu.
Rum Meclisi aldığı bu faşist kararla Güney’den Kuzey’deki çözümsüzlük paktına bir pas atmış oldu.
Nitekim bu karar ne kadar yanlışsa, Kuzey’de de Başbakan Hüseyin Özgürgün’ün 20 Temmuz göndermesi o kadar yanlış bir yaklaşımdır.
Elbette Rum meclisinin almış olduğu bu kararın çözüm sürecine bir katkısı olmaz.
Zaten bu karar alınırken de bunlar iyice hesaplanmıştır diye düşünüyorum.
Zira bir tarafta çözüm istencimiz var, çözüm oldu, olacak yaklaşımı hakimken bir tarafta böyle bir süreçte Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması anlamına gelen ENOSİS oylamasının yıl dönümünü okullarda kutlamaya karar vermeleri bunu düşüncemi güçlendiriyor.
Bu karar Rum Meclisi tarafından rastgele onaylanan bir karar değildir.
Üstelik Rum lider Nikos Anastasiadis’in partisinin milletvekillerinin çekimser kalarak aslında bir nokta da onay verdikleri anlamına gelen bu oylamanın maksatı çok nettir.
Kıbrıs’ta iki taraftan bir tanesine ait olan bu yaklaşımla çözüm gelmeyeceği de aşikar değil mi?
Bence aşikar.
Peki, ama öyleyse ne yapmaya çalışıyorlar?
Zaman oynamaya.
Şöyle ki; masadan kalkan taraf olmak istemiyorlar.
Masada kalıp, kalmaya devam edip çözüm yapmamaya veyahut yaptırmamaya devam edecekler.
Şartlar, koşullar, karşılıklı olmazsa olmazlar girdabında Kıbrıs sorunu beyhude çabalarla aşılmaya çalışılıyor.
Ki bu nokta da böylesi bir anlayış içerisinde mevcut yöntem ile bu sorunun çözülemeyeceği artık ortada.
Çünkü süreç içerisinde bugüne kadar hiç bir şekilde güven yaratıcı bir ortam tesis edilmedi ya da edilemedi.
Hiç bir alanda bir işbirliğine gidilmedi ya da gidilemedi.
En hassas konular da bile ki buna insani konular da diyebiliriz, yardımlaşmadan kaçınıldı.
Müzakereler siyaset icabı masada sürdürüldü.
Liderler politika icabı birlikte yemekler yediler, kahveler içtiler, poz poz sıcak görüntüler vererek fotoğraflandılar.
Ve/fakat bu ortam halklara yansımadı.
Halklar birbirlerini anlamaya da çalışmadı.
Süreç masada tek taraflı olarak kağıt üzerinde yürüdü.
Ve yürümeye devam ediyor.
Taraflar BM’den Cenevre konferansının devamı için hazırlık yapmasını talep ettiler.
BM bu hazırlığa başladı.
BM yetkilileri garantörleri tek tek dolaşarak konferansın devamı için tarih belirlemeye çalışıyorlar şimdi..
O konferansa kuvvetle muhtemel Mart ayı sonuna kadar bir tarih belirleyip devam edilecek.
Peki, bu böylesi bir anlayışla ne işe yarayacak?
Hoş bugüne kadar hangi başlıklarda görüş birliğine varılıp, hangi başlıklar da anlaşmazlıkların devam ettiği konusunda da tam esaslı bir bilgiye sahip değiliz.
Fakat görüntü o ki müzakerelerin yöntemi gereği bütün konularda anlaşma sağlanmadan hiç bir konuda anlaşılmış sayılmadığından şu ana kadar hiçbir konuda anlaşılmış sayılmıyor.
Tarafların yaklaşımlarına baktığım zaman Liderlerin Mart ortalarından sonra devam edilecek Kıbrıs konferansına kadar gerekli yakınlaşmaları sağlayabileceklerini de açıkçası düşünmüyorum.
Anlaşılan o ki, taraflar Kıbrıs sorununa dair, Cenevre konferansının devamında da bir somut gelişmenin yaşanmayacağını biliyorlar.
Ve/fakat sürecin çökmesi algısını yaratmak yerine, devamı yönünde bir algı oluşturmanın bu nokta da daha olumlu olacağını düşünüyorlar.
Zira yaşananlara ve Kıbrıs sorununa dair bugüne gelene dek elimizde ki argümanlara baktığım zaman ben de böyle bir kanaat oluşuyor.
Umarım bu sezgilerimde yanılan ben olurum.