O kalktı kapıyı vurdu gitti, ya da gitmedi sigara içmek için dışarı çıktı, döndüğünde kimseyi bulamadı, ya da buldu.
O kalktı kapıyı vurdu gitti, ya da gitmedi sigara içmek için dışarı çıktı, döndüğünde kimseyi bulamadı, ya da buldu.
Orada belli ki bir kopukluk şu veyahut bu nedenle yaşandı.
Kim gitti, kim kaldı, kim geldi, kimi bulamadı.
Var mı bir önemi?
Yok.
Neden yok?
Çünkü süreç şu veyahut bu şekilde sekteye uğratıldı.
Anladık ki bunca görüşmenin ardından masada karşılıklı güven ortamını sağlayacak bir atmosfer yokmuş!
Zaten olsaydı masa bu şekilde terk edilmezdi taraflarca.
Diplomasi işletilir süreç devam ederdi aynı anda.
Ve/fakat olmadı.
Süreç olumlu işlerken, ha oldu ha olacak derken şimdi masayı kurmak için koşullar ortaya çıkarıldı.
Müzakere masasına gelmek için şartlar konuldu.
Taraflar gerildi, BM diplomasiyi sağlayamadı ve şimdi günler boşa harcanıyor.
Kısacası Rum parlamentosunda yüzde ikilik bir iradeye sahip ELAM kaynaklı bir ENOSİS hamlesi masayı şartlara bağladı.
Şimdi şu böyle olduydu, bu şöyle geliştiydi, o kalktıydı, bu kapıyı çarptıydı falan filan.
Var mı bu tartışmaların birine yararı?
Yok.
Yaşandı bitti.
Şimdi konu müzakerelerin bundan sonra nasıl bir seyir alacağıdır.
Yoksa sabahtan akşama kadar taraflar birbirlerini suçlayıp dursunlar.
Bunun ne sürece bir faydası vardır, ne de halklara.
Hoş liderlere de bir yarar sağlamayacağı kesin.
O zaman bu sığ süreci bir tarafa bırakmanın zamanıdır diye düşünüyorum.
Artık sürece dair akil bir yol izlenmelidir.
Diplomasi ağırlıklı ve yapıcı.
Zira o masa etrafında bir şekilde yine oturulacak ve yine süreç devam edecek.
Ha arada yaşananlardan ders çıkarılacak mı?
Umarım..
Burada kim suçluydu, kim değildi polemiğinden uzaklaşılması gerekir artık.
Her iki tarafta masa da oturmak durumundadır.
Bu aşamada taraflardan birisinin masadan ayrılması çözümsüzlük algısı yaratabileceğinden ve bu ayrılan tarafın tereddütsüz çözüm istemeyen taraf olarak addedileceğinden mütevellit yaşanacak siyasi gelişmelerden sorumlu tutulacağı da çok açık.
O zaman tarafların bir şekilde masada kalıp, müzakere sürecini olumlu ya da olumsuz bir nihai sonuca vardırmaları gerekir.
Bunun aksini yapacak olan taraf ise bunun sonuçlarına da katlanmayı göze almış demektir ki, bugün itibarı ile böyle bir durum da söz konusu değil.
İşte tam da bu nedenledir ki tarafların birbirini suçlayarak geçirdikleri zaman ve harcadıkları enerji doğru bir zemin yaratmıyor çözüme dair.
Aksine yaratmadığı gibi sürece yönelik iyimser havayı da ortadan kaldırıyor.
Farklılıklar üzerinde sağlanması planlanan yakınlaşmalar da bir taraftan daha derin ayrılıkları körükler hale getiriyor.
Dolayısı ile geçtiğimiz Perşembe yaşanan ve tarafların bir anda gerilmesine vesile olan nedenlerin ortadan kaldırılması ile birlikte yeniden ivme kazanması kuvvetle muhtemel olan sürece şu an için yapılacak en büyük katkı karşılıklı hassasiyetlere karşı gösterilebilecek duyarlılıktır.
Birbirimizi anlamadan bu topraklar da ortak bir yurt inşa etmemiz pek olası gibi görünmüyor.
Ve bunun şu ana kadar ısrarla anlaşılamaması süreci olumsuz etkiliyor.
Nitekim de bunu yaşayarak bire bir görebilme imkanına sahip oluyoruz hep birlikte.
Güvenemiyoruz bir birimize.
Hassasiyetlerimizi anlayamıyoruz.
Empati yoksunuyuz.
Fakat gel gelelim bu küçük adada yan yana yaşıyoruz, yaşamak durumundayız.
Ada Rum varlığı gerçekliği kadar Türk varlığı gerçekliği olduğunu Rumlar çoğunlukta kabul etmemekte ısrarcı da olsalar bu artık uluslararası toplumda kanıksanan bir gerçektir.
Bu gerçeğin yok sayılamayacağı bir konjonktör var artık Kıbrıs’ta.
Dolayısıyla ya bu konjonktörün gereği olarak siyasi eşit birer ortak olarak görmeye alışacağız bir birimizi.
Aksi zaten mümkün olamayacağına göre.
Ya bu temelde bir çözüme yürüyeceğiz, ya da mevcut durumun devamına razı olacağız hep birlikte.