Acayip yıllardı 63- 74 Kıbrıs’ta.
Kıbrıslı Türkler bir şekilde küçük alanlara, mahallelere, köylere sıkışmış durumda
Değneğin iki sivri ucu arasında, neredeyse tutuklu türü bir yaşam kavgası veriyordu.
O yıllar benim ilk gençlik yıllarım.
Enteresandır, o yıllarda şimdiki gibi, çocuk, genç ve yetişkin yaş gurubu 0-12, 13-19, 20+ olarak belirlenmiyordu.
Kız olsun, erkek olsun çocukluğunuzu 14üne kadar sürdürebilirseniz çok şanslı idiniz.
14ünden sonra erkekler, ister eğitiminizi sürdürün, ister bir mesleği çalışarak, çıraklık, kalfalık yaparak öğrenin, isterseniz de gidip mücahit yazılın; kendinizi doğrudan yetişkinler sınıfında bulurdunuz.
14ünde kızlar, görücü ve dünürcülerden hiç değilse 18 yaşına kadar kurtulmak için köşe bucak saklanırlar, canı gönülden derslerine sarılırlar, ve sonra ya Üniversite ya nikah dairesi ile genç yetişkinliğe namzet.
Dünyayı değiştiren 68li yıllar benim 14 yaşıma denk gelir.
Bugünkü değerlerde hala çocuk, ama o yıllarda genç yetişkin!
Erkeklerde uzun saçlar, ilk barbetler, daracık gömlekler ve İspanyol paça pantolonlar.
Kızlarda illaki uzun saçlar, bol bluzlar ve mini etekler.
Bedeniniz çocuk, sorumluluklarınız yetişkin, ruhunuz karmakarışık.
Hoş, benim de birçok ekranlarım gibi daha neredeyse 9 yaşımdan beri okuldan sonra bütün gün oyun oynayan bir çocuk olma şansım hiç olmamıştı. Ailemizin işyerlerindeki her türlü asli görevler beni bekliyordu okul çıkışında.
Ta ki o mükemmel Cumartesi günleri gelene kadar. Öğle saat 12de dağılan okuldan sonra 1969 a kadar Lefkoşa’nın Türk mahalleleri ile sınırlı olsa da özgürlük, genelde sinema, pastane, yasaklı langırt salonu, bisiklet turlamaları…
Yukardaki her cümleyi sayfalarca anlatmak gelse de içimden, bu yazıda konuyu bir Pazar sabahına bağlayacağım.
Lefkoşa’da herkesin bildiği, bugün de var olan Çağlayan Parkı’nda bir Pazar sabahı.
O yıllarda, kapıları dünyaya kapatılmış Lefkoşa’nın tüm yaşamı bu Park etrafında şekillenirdi.
Bayramlar, yaz akşamları, eğlence yerleri, yazlık sinemalar, pastaneler, kahveler…
Pazar sabahları hali ile daha sakin olurdu Çağlayan Parkı. O Pazar, Çağlayan Parkının Mağusa Kapısı tarafında bir hareketlilik fark ettim.
Yaklaştıkça çoğu tanıdık yüzler olmak ile birlikte bir hayli de ilk defa gördüğüm bir yetişkin erkek kalabalığı kocaman bir çember oluşturmuşlardı.
Heyecanlı davranışlar, yüksek sesli ahlar, vahlar, hade Arap!, hade oğlum gibi naralar çemberin içinde bir yarış, bir kapışma olduğunu işaret ediyordu!
Çemberde kendime bir yer buldum!
Ortada iki rengârenk horoz ha bire bir diğerine mahmuz, kanat ve gaga darbesi indiriyorlar.
Normal bir çiftlikte, kümeste gördüğüm horozlara hiç benzemiyorlar.
Ne cinsleri, ne duruşları ne davranışları.
Her iki horoz da öldürmeye programlanmış sanki.
Öldürecek, öldüremezse de ölecek.
Kafaları, gagaları, bacakları kan içinde. Güzelim renkli tüyleri etrafta uçuşuyor.
Sert mahmuz veya gaga alan horoz, sendeliyor, kendini toparlayamazsa darbe almaya devam ediyor.
Seyirciler bu ölümcül döğüşten neredeyse zevkten uçuyorlar!
Bahis paraları toplanıyor!
Hade arap, bitir işini! Öldür, gebert, parçala diye kışkırtıyorlar horozları.
Bu insanların bu şiddete ne ihtiyacı var, zaten 63 olayları ve devamında Lefkoşa’nın yaşadığı şiddet ve baskılardan yeterince doz almamışlar mı?
Anlamadım horoz güreşini, sevmedim, o gün oradaki insanları da çözemedim. Bir daha da gitmedim horoz güreşlerine, zaten yıllar sonra yasaklandı diye duymuştum.
Yıllar içinde okuduğum kaynaklarda, baskı altında, kapalı bölgelerde yaşayan insanların şiddeti özümsediği ve bir şekilde uyguladıkları ile ilgili toplum bilimcilerin değerlendirmeleri ile karşılaştım.
İspanya’da, Bolivya’da, Amerika’da yüzlerce yıldır süren horoz güreşlerinin, boğa güreşlerinin, köpek güreşlerinin ve diğer hayvanlara uygulanan güreşlerin de giderek yasaklandığını izledim.
Çok merak ediyorum, 2017 yılında; KKTC Büyükkonuk Belediyesinin şiddet ile ilgili ne sorunu var ki bugünlerde Deve Güreşi yaratmayı özlüyor?