Deniz yetki alanları

Kıbrıs Müzakerelerinde ‘egemenlik’ en çok tartışılan konulardan biriydi.

Kıbrıs Müzakerelerinde ‘egemenlik’ en çok tartışılan konulardan biriydi. Önce tek mi çift mi tartışması, daha sonra bu egemenliğin nasıl neşet edeceği ve kaynağı kavram içerisindeki hassas noktalardı. Biraz da içerisine muğlaklık katılarak olası bir federal çözümde egemenliğin tanımı 11 Şubat 2014 tarihli ortak açıklama metniyle nihayetlendirilmişti.
Aslında kör topal devam eden müzakerelerde, genel egemenlik tanımında başka, ada etrafındaki doğal kaynakların da federal devletin yetki alanı içerisinde olacağı konusunda mutabakat vardı. Tabi tüm bu anlaşmalar veya yakınlaşmalar federal bir ortaklık kurulması halinde yaşanacaklardır! Şimdi ise adanın gerçekleri; iki ayrı devlet ve bu devletlerdeki egemenliğe dayanmakta.
Kıbrıs’ta federal çözüm olana dek, ortak açılamada tanımlandığı şekilde bir egemenlik yürürlüğe girmeyeceğine göre, adadaki iki egemen gücün egemenliğinden taviz vermesi beklenmeyecektir. Hatta bu egemenlik sınırları belirlenen toprak parçası üzerinde, Kıbrıs’ın kuzey ve güneyinde belirlenmiştir. Kıbrıslı Rumlar bir kez sınırdaki Türk bayrağını indirmeyi deneyerek gerçekleştirmek istediler, sonrasında yaşanan olaylar herkesin malumudur. Şimdi sorun sınırları her iki tarafa göre farklı yorumlanan ada etrafındaki denizleri üzerindeki yetki alanlarında olacak, diğer bir ifadeyle her iki tarafta deniz yetki alanları üzerinde egemen benim diyecek.
Bu deniz yetki alanlarından Karasuları devletlerin egemenlik haklarını kullandığı alanlardır. Petrol dahil tüm doğal kaynakların aramalarının yapılabildiği Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ise karasularından başlayarak 200 deniz miline kadar uzanabilmektedir. Burada aslında deniz içerisinde iç içe girmiş yetkiler ve egemenlik haklarından bahsediyoruz. Anlayacağınız, mesele sınırları yeşil hat ile belirlenmiş kara parçasında olduğu gibi basit değil!

Kuzey Kıbrıs topraklarının coğrafi konumlanışı, özellikle de Karpaz yarımadasının şekli, Kıbrıslı Türklerin sadece Türkiye’ye bakan kıyılarda değil adanın güneydoğusunda da deniz yetki alanları içerisinde bulunacak zenginliklerde de hak sahibi yapmaktadır. Üstelik bu senaryoda adanın batısında yer alacak deniz yetki alanı içerisinde hakkaniyet çerçevesinde iki devlet arasındaki yan sınırın da belirlenmesi gerekecektir. Bu resmin içerisine örneğin adanın batısı açısından Türkiye ve Mısır'ın dahil edilmesi uluslararası hukukun gereğidir. Böyle bir durumda bugün Kıbrıs Rum yönetiminin adanın güney-batısında belirlemiş olduğu pek çok parsel içerisinde sadece Kıbrıslı Rumların hak sahibi olmadıkları net şekilde görülecektir.

3. Cumhurbaşkanı Eroğlu – Anastasiadis müzakere döneminde denizde petrol arama konusu krize dönüşmüş ve hatta görüşmelere ara verilmişti. Bu dönemde Müzakereler devam ederken, hernekadar anlaşma olmasa dahi, çok basitçe ifade edebileceğim; gel bu aramaları beraber yapalım, masraflara beraber katlanalım, sonra petrol bulursak adamızın geleceği ve çözümün finansmanında kullanalım’ şeklinde bir öneri vermiştik. Aldığımız cevap, aynen görüşme masasındaki ifadelerinden geçiyorum, özetle; çözüm olana dek adanın tek egemeni benim, tanınan devlet de benim, anlaşırsak ve anlaşma olursa o zaman siz de hakkınızı alırsınız. Şimdi anladınız mı neden bu adada neden anlaşma olmuyor!
Görüşmelerin başlama arifesinde yaklaşan bu krizi göz ardı etmemek gerekir. Burada unutulmaması gereken şey Rumların ruhsat verme işinde başarılı bir şekilde tamamlaması halinde bölgedeki 145.000km2lik kıta sahanlığı alanının sadece 41.000 km2si Türkiye’ye kalacaktır ki bu da Türkiye denizlerinin üçte birinin bir çırpıda yutulması anlamına gelecektir.

Yani görüşme masasında doğal kaynaklar ve petrol Kıbrıslı Türklerin de ortağı olduğu federal devlete ait olacağı yönünde anlaşma var iken ve Kıbrıslı Türkler de bu kaynakların ortağıdırlar derken, Kıbrıs Rum tarafı diğer yandan bu kaynakların ne kadarının Kıbrıs'a, ne kadarının da komşu devletlere ait olacağını belirleyen anlaşmaları tek başına yapmakta, bu kaynakları hangi şirketin ne şekilde çıkaracağına tek başına karar vermekte, bu şirkete yüzde kaç pay verileceğini tek başına müzakere etmektedir. Bu yüzden bu müzakerelere hep bir zaman sınırı şart diyorum. Aksi halde güven yaratma yerine bir güvensizlik ve bencillik sendromu yaşayıp gideceğiz.
İki hafta önceki yazımda görüşmelerin en geç bir ay içerisinde başlayacağını yazmıştım. Nitekim bugünlerde görüşmelerin 11 Nisan’da başlayacağını öğrenmiş bulunmaktayız. Masaya hangi şartlar dahilinde oturacağımız şimdilik meçhul. Ama en azından yukarıda bahsettiğim yaşanmışlıklardan ders alarak ve uyanık olarak masada bulunmak gerekir. Ezcümle, yeniden başlayacak olan müzakere sürecinde masadan kalkanlar niçin kalktığını ve daha sonra niye oturduğunu da bu millete izah etmek mecburiyetindedirler




Bu haber 2103 defa okunmuştur

:

:

:

: