Bugün 11 Nisan 2017 ve Kıbrıs’ta Liderler yeniden bir araya geliyorlar.
Umarım yeni bir başlangıçtan ziyade bu görüşme sonuç odaklı bir zeminin tesis edilmesini sağlar.
Ha umudum var mı?
Elbette.
Umutsuz yaşam düşünülemez.
Lakin çok fazla bir beklentim yok açıkçası.
Neden diye sorarsanız?
Mevcut yöntemle ve aynı metodoloji ile bu sürecin bir yere vardırılabileceğine inanmıyorum.
Elbette böyle bir kanaate varmamda haklı ve geçerli sebeplerim vardır.
İlk geçerli sebebim de 50 yıldır bu yöntemle Kıbrıs’ta sürdürülen müzakerelerin bizleri bir sonuca taşımadığı noktasıdır.
Nitekim geldiğimiz günde de bu yöntemin sonuç odaklı olmamasından mütevellit bir sonuca ulaşamıyoruz.
Altı konu başlığı etrafında dönüp dururken bu konuları nihai bir mutabakata taşımadığımız gibi bunların üzerinden daha farklı sorunların ortaya çıkmasını bekliyoruz.
Hoş çıkıyor da!
O zaman mevcut yöntemle bu müzakerelerin bizi bir sonuca vardırmayacağını çok net olarak görebiliyorum.
Nihayetinde bu sürecin içerisinde tükettiğimiz bir ömür var.
Çocukluğumuz, gençlik yıllarımız ve kemale eren yaşımızla bu dünyadan göçüp gidiyoruz, lakin gel gelelim Kıbrıs sorunu hala hayatlarımızın bir parçası olarak duruyor.
Hem de demirden örülmüş bir duvar gibi.
Ha bugün, ha yarın, ha yarından da yakın derken, bir bakmışız ki yine çok çok uzaklarda bir yerlerdeyiz.
Üstelik mevcut sorunlara yenilerini ekleyerek.
Dolayısıyla böyle bir yöntemle bu sürecin nihayete erdirilmesi bana pek mümkün görünmüyor.
O halde bu noktada ne yapılabilir konusuna yoğunlaşmalı Liderler.
Belki BM daha etkin bir role talip olmalı.
Türk Lider Mustafa Akıncı, 11 Nisan için, yani bugün için bir çerçevenin çizilmesi gerektiğine vurgu yapıyor.
Ve diyor ki Sayın Akıncı, bu çerçeveyi belirleyebilirsek eğer içini doldurmak çok daha kolay olacak.
Yani onca emek geçen mesai dolu günler, bilmem kaç saat süren görüşmeler, Cenevreler, Brükseller, New Yorklar falan derken görüyoruz ki bu çerçeve hala oluşmadı.
Peki, ne zaman oluşacak?
Kim bilir.
Hele de mevcut yöntemlerle.
Rum Lider Nikos Anastasiadis’e bakıyorum, o da önceliğini Türkiye’yi ikna etmeye vermiş.
Türkiye’ye hitaben “Akıncı’nın Kıbrıslıların çıkarlarına öneri sunmasına müsaade et diyor.
Böyle bir kanaate sahip kendisi.
Peki, bu ne demek oluyor?
Ne demek istiyor Anastasiadis?
Şunu demek istiyor aslında, Akıncı Türkiye’nin müsaade ettiği ölçüde benimle müzakere yapabiliyor.
Müsaade edin adım atsın diyor.
Hal böyle olunca Kıbrıs sorununu Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların çözmesi mümkün mü?
Bana pek değil gibi geliyor.
Zira Rum Lider Anastasiadis masaya otururken karşısında oturan Türk Lider Akıncı’nın üzerinden Türkiye ile müzakere yaptığı kanaatine sahip.
Ha bu doğru ya da yanlış.
Tartışılabilir elbet.
Ama ne olursa olsun böyle bir imaj da yok değil.
O halde bu durumda sorunun çözümünde en etkin aktör Türkiye oluyor.
Dolayısıyla bu noktada tabi ki öncelikle Türkiye’nin ikna edilmesi elzem oluyor.
Şimdi bunu bir tarafa koyalım ve dönelim mevcut yöntemle sonuç odaklı bir sürece doğru gidilemeyeceğine.
Yukarıda da belirttiğim gibi nerede ise yarım asırdır bu yöntemle bir yere varamadık Kıbrıs sorununda.
Aynı yöntemin devam etmesi halinde ve sürece dair yeni bir metodoloji yaratılamadığı sürece bu sorunun çözülebileceğine olan yaygın inanç ortadan kaybolmaktadır.
Bu bir öngörü değildir.
Adanın her 2 yanında da çözüme dair umutlar gün geçtikçe tükenmektedir.
Bunu herkes gözlemleyebilir.
Hoş gerek Kuzey’de gerekse Güney’de birçok insanda aynı eğilimi görmek mümkündür.
Umarım Liderler onca emeklerini bir tarafa atmazlar ve bugün bunun idraki içerisinde masaya otururlar, birbirlerine ve toplumlarına karşı hiç bir ön yargıya kapılmadan ortak paydalar üzerinden güven telkin ederler ve Kıbrıs’ı çözüme taşıyacak adımları birlikte atarlar.