Ne kadar haklıymışsın Sun Tzu...

Hani derler ya 'Söyleyene değil, söyletene bak!' Düşmez kalkmaz bir Allah.

Hani derler ya 'Söyleyene değil, söyletene bak!' Düşmez kalkmaz bir Allah.
Hani çoğumuzun Amerikan yerlilerine atfettiği 'Nehir kenarında yeterince beklersen, düşmanlarının cesetleri yüzerek gelir' öz sözü var ya ünlü Çinli filozof ve askeri bilge Sun Tzu'nun, işte o söz adeta bir kez daha doğrulandı...
22 ay sonra Cumhurbaşkanı Akıncı ikrar etti: 'Bu çerçevede gidersek sonuca ulaşmamız zor.'
Hangi çerçevede? 22 aydır devam eden 'empati siyaseti çerçevesinde'. Ne demek bu? Açık değil mi? Kıbrıs Rum lideri Kıbrıs Rumlarının hak ve çıkarlarını savunacak, gasp ettikleri Kıbrıs Cumhuriyeti egemenliğini ve yönetim hakkını kimse ile görüşmeye yanaşmayacak, Kıbrıs Türk tarafı hem tek taraflı ödünler verip kendini azınlık statüsüne götürecek bir yolun açılmasına razı gösterecek hem de 'yaşayabilir çözüm' uğruna kendi çıkarlarını boş verip, empati içerisinde Rum çıkarlarını, haklarını gözetecek. Şimdi bu çerçevenin sonuç vermesi mümkün mü? Siz hep veren olmaya hazır iseniz, adamın da hep talep eden olmaktan başka bir şansı kalır mı? Siz ha babam de babam 'Rum hakları' derseniz, adam 'bana ne o haklardan, ben de Türk haklarını savunayım' der mi?
Bu çerçeve zaten saçma ve işgüzar bir çerçeveydi. Cumhurbaşkanı Akıncı'nın bu uykudan uyanması isabetli olmuş.
KKTC'nin ilanında ağladığını ikrar edecek kadar açık sözlü 2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat dahi bu kadar teslimiyetçi olmamıştı. Gerçi dönüşümlü başkanlık gibi AKEL'in 'Kıbrıs Milleti' yaratma hülyasına Özdil Nami sayesinde destek vermiş ve siyasi hayatının bitiminin fitilini ateşlemişti ama görev süresince kendi ideolojisi çerçevesinde Kıbrıs Türk haklarını savunmasının vazifesi olduğu fikrinden hiç uzaklaşmamıştı.
Ne diyor Talat şimdi? Bir kere Talat çözüm fırsatının kaçırıldığını söylüyor. Doğrudur, fırsat kaçırıldı. Ama kaçırılan fırsat değil, Rumların Kıbrıs Türk halkını teslim alma olasılığı idi, Nikos Anastasiades beceremedi, gemiyi karaya oturttu, Akıncı bile emelinin çözüm olmadığını anladı. Talat'ın dediği gibi iki lider arasındaki 'büyü' bozuldu ve 'Liderler arasında güven sorunu derinleşti.' Gelinen aşamada, maalesef, 'İki lider artık birbirlerine güvenmiyor.'
Ne diyor Akıncı? 'Bir kez daha ikna oldum ki bu sorunlar aşılabilir, yeter ki niyet olsun... Umutsuzluk aşılamak istemem fakat herkes görüyor ki bu çerçevede gidersek, sonuca ulaşmamız zor.'
Her ne kadar Akıncı bir yandan 'bu çerçeve çözüm üretemez' diyor, diğer yandan da sanki milletin aklıyla dalga geçer gibi 'birkaç ay içerisinde çözüm' şarkısı söylüyor. Olmaz. Rumlar temel siyasi duruşlarında köklü değişikliğe gitmezler ve Kıbrıs Türk halkının Rum halkının 'siyasi eşiti' olduğunu kabul etmezler ise, ne birkaç ay içerisinde, ne de birkaç yıl içerisinde Kıbrıs'ta çözüm olmaz.
Çözüm olmayacağı gibi umarım sorun daha da kötüye gitmez. Rum tarafının tek taraflı olarak moratoryumu bozup hidrokarbon alanında faaliyete geçmesi ardından Türk tarafı da geçtiğimiz hafta moratoryumu kaldırdı, yeni bir Navtex yayınladı ve sismik araştırma gemisi ikmallerini tamamlayınca bölgeye hareket edecek. Sonuç ne olacak? Rumlar yaygaraya başladılar bile...
Nitekim, daha önceki moratoryum yanı sıra, 11 Mayıs'taki görüşmede hidrokarbon alanında oldu-bitti yaratmama, tek taraflı tasarruflarda bulunmama, karşı tarafı provoke edecek hareketlerden kaçınma konusunda iki lider olarak 'anlayış birliği' geliştirmelerine rağmen Rum tarafının tek taraflı hamlelere girişmesi cevapsız kalacak değildi.
Bir önceki görüşme sonrasında Kıbrıs Rum hidrokarbon faaliyetlerine yönelik Kıbrıs Türk hassasiyeti konusundaki sorulara 'egemenlik hakkı' olarak gördüğünü söyleyen ve görüşmede de Türk tarafının sorularına cevap vermeye bile tenezzül etmediği kulaklara fısıldanan Anastasiades'in Navtex rahatsızlığı doğal olarak yersiz ve anlamsızdır. Şimdi, isterse Anastasiades daha önce yaptığı gibi görüşmelerden çekilsin. Kendi bilir.
Rumların bu egemenliği paylaşmama, Kıbrıs Türk halkını ikinci sınıf vatandaş, azınlık gbi görme takıntıları Kıbrıs sorununun esas nedeni olduğu unutularak yürütülecek görüşmelerin çözüm üretebilmesi mümkün olmayacaktır. Nitekim 1968'den bu yana devam eden Kıbrıs görüşmelerinde bir arpa boyu yol alınamamasının sebebi de budur.
Akıncı döneminde olduğu gibi, Talat döneminde de, Derviş Eroğlu döneminde de Rumlar 2004 Mayıs ayında AB'ye katıldıktan sonra AB kuralları çerçevesinde AB vatandaşlarını KKTC topraklarından uzak tutamadılar. AB kuralları çerçevesinde böyle bir girişimde bulunmaları mümkün değildi. Aynı şekilde 2003'ün Nisan'ında kapıların açılmasından sonraki dönemde Kuzey Kıbrıs'ı da kendi hükümranlıkları içinde gördükleri için Güney Kıbrıs'a gelen AB-dışı ülke vatandaşlarının da kuzeye geçmelerine engel olmuyorlardı.
Ne değişti şimdi de Litvanyalı çocuklar AB pasaportları hatırına engelle karşılaşmazlarken KKTC'deki 23 Nisan kutlamalarına katılmak amacıyla yola çıkan Sırp ve Rus çocuk ekipleri bu yıl Larnaka'dan geri gönderildiler? Bir şey değişmedi. Rumlar Sırp ve Rus çocuklar üzerinden görüşme masasına mesaj gönderdiler: 'Adanın patronu biziz, kendinizi bir şey sanmayın. Egemenlik sadece bizimdir. O kadar.'
Öyleyse cevap da net: Hadi canım, herkes kendi yoluna. Bu kadar.
Haklımıymış Sun Tzu? Bekledik ve bu saçma sapan sürecin de anlamsız, kadük bir aşamaya evrilmesine hep beraber şahit olduk. Umarım 'Hemen çözüm, şimdi çözüm, ille de çözüm' diye diye Ruma koşulsuz teslim olma derdindeki arkadaşlar az da olsa duruma uyanırlar, nehirdeki cesedi onlar da görürler.

Bu haber 1639 defa okunmuştur

:

:

:

: