Kefene biçilen bohça ve gülnasirin kokusu

Günlük notlar ile paylaşım yaptığım Facebook sayfamdan gazete sayfasına geçişiminde, bir hikayesi oluştu.

Günlük notlar ile paylaşım yaptığım Facebook sayfamdan gazete sayfasına geçişiminde, bir hikayesi oluştu. Bu hikayenin başlangıcı 2016 yılı sonlarında “bizim gazetede yazar mısın” diyen Ada TV Haber Müdürü Sayın Nihan Yücel’in teşviki ile zihnimde “yapabilir miyim acaba?” soruları ile geçen üç ay… Sayın Yurdagül Atun'dan bir istem 'Dolaptaki Gizemli Bohça' başlığı ile gazetelerde konuk yazar olarak yazınızı yayınlayabilir miyiz? Sorusu. Evet, olabilir deyişimle başlayan ve sonrasında Sevgili Nihan Yücel daveti ile her günkü yazılarım ile geçen bunca gün. İnsan yaşamı boyunca yararlı olabilmenin, istemi ile hayata aidiyetinde, son noktayı koymanın heyecanını taşımıyor mu? Taşıyor. Hayatımda yazarlık konusunda yer alan bu iki insana teşekkürler. Gazete kâğıdı mürekkebindeki buluşmama vesile ilk yazım bu gün sizlerle... Kış girerken bir de yaz girerken evde ismine dolapları düzenleme dediğimiz bir tertip mutlaka her ailede yapılan bir işlemdir. Bu günümüzde de halen yürürlükte. Giyilen ile giyilmeyen kıyafetlerin ayrılması hali… Eski yıllarda özellikle köylerimizde yaz girerken toplanan yorganlar nakış işlemeli çarşaflara sarılır odadaki dolap üzerine özenle yerleştirilirdi. Dolabın içinde ise yine aynı işlemeli bohçalarda, kıyafetler katlı olarak konur, bunların görüntüsü ise dolap kapısı açıldığı zaman albenili bir görüntü arz ederdi. Öyle sıra sıra askılar yoktu. Ayrı giyim odaları da. Onların oymalı dolapları vardı. Bu dolaplara çarşaflar arasına konan gülnasir denilen küçük beyaz yapraklı güllerin konması ile dolap içinde oluşan o hoş koku insana cezbedici gelen olurdu. Eski insanların dolabında bir bohça vardı ki o sanki çok kıymetli bir kasanın ihtişamı gibi bir görüntüde dolabın en kıymetli bohçası unvanına sahipti. Çok merak ettiğim bu bohçaya bir gün üzerindeki gancayı açarak baktığımda, bohça içinde kenarları dikilmemiş beyaz bez, sabun, sayısını hatırlamadığım küçük taşlar, oyalı yemeni, ilif, pamuk, kına olduğunu gördüğümdür. Bu bohça ne diye sorduğum zaman ise aldığım cevap “Ahret bohçası ” oldu. O zamanın insanları kendileri için ölümü hiç unutmayanlar idi. Sanki dolapların şeref misafiri bu bohça idi. Zamanımızda Allah gecinden versin ama böyle bir hazırlanış yok. Ölüm en son düşündüğümüz durak. Belki de en doğrusu bu davranış şekli. Hangi insan dolabında ki kefen ile yaşamak ister. Dolabı her açtığında o bohçayı görmek ister? Sanırım hiç kimse… Günümüzde hasta olursam evimde öleyim isteği mevhumunun yitirilmiş olduğu da ayrı bir gerçek. Çoğu insanımız son nefesini hastahanede veren oluyor. Şimdi bu konu nerden çıktı dense de, her evin yaşadığı acı bir gerçeğin adı, ölüm değilmidir? Her evden gelin çıkmayabilir ama cenazesiz ev yok demiyorlar mı? Ya adetlerimiz her şehire göre vefat edenin arkasından, dua okuma adet durumu okunan dualar yasin, mevlüt, ilahi 3. Gece derken kırkı, elli ikisi, yıldönümleri bir çember ki içerisinden geçen bir ateş yakıcılığı devamlı dönüp duruyor. Adetler, acı, matem o günün şartlarında kendini bulurken normal hayata dönüş de sabrın hikmeti ile ortaya çıkıyor. Bir zamanların 40 gün televizyon radyo açmama gibi adetleri halen sürdürüldüğü yerler var mı bilmiyorum ama bir zamanlar bu adeti yaşadığımızı hatırlıyorum. Ya ikramlar ne kadar çok hazırlanırsa o kadar manen doyum verdiği kadar, gidene saygı göstermek, hususu da var. Eskiden kağıtlı lokum, bugün yerini sadrazam sucuğu denen lokum çeşidine bırakırken ikram kutularının hazırlanması ise ticari bir sektör olmuş. En az 6-7 çeşit… Sadece evde yapılan irmik helvası ise vefat edene sanki bir armağan… Bunun kavrulurken kokusunun eve dağılmasını iyiye yoruyorlar. Bu konularda yazmak zor ama geleneklerin, belki de daha bilmediklerimizin ortaya çıkarılması ile bizden sonrakilerle bu gibi ehemmiyetli bilgilerin aktarımı da gereklidir. Aramızdan ayrılarak, bizleri bu dünyada bırakıp gidenleri anarken, hikayeleri elbet bir ömre bedel diyoruz...
Bu haber 1762 defa okunmuştur

:

:

:

: