Kırlardan ovalardan, taç yaprakları beyaz, yabani hani bizlerin köpek çiçeği dediğimiz papatyalar... Nisan ayında açmaya başlayan kuraklığa dayanıklı yabani çiçeklerimiz, çoğumuzun 'sever, sevmez' diye beyaz yapraklarını kopardığımız papatyalar... İşte bu çiçeklerin toplanıp, torbalara doldurulup, dış ülkelere şampuan yapımı için gönderildiği günler çok gerilerde kaldı... Babamın notları arasında papatyaları hissetmek ve bizlerin de çocukluk yıllarında hiç usanmadan sırf upuzun saçlarımız parlak görünsün diye çiçeklerini kaynatıp saçlarımızı yıkadığımız kırların çiçeklerini hatırlamak... Okumaya devam ediyorum... Notlar içinde Kral Hüseyin'i Kıbrıs'a geldiği zaman babamın gördüğü, Kral Faruk'un ise ziyaretine giden Kıbrıslı imamlara birer altın lira verdiği yazıyor... Tren konusunda ise 1905 yılında İngiliz şirketi Hamsled tarafından tamamlanan tren yolunun Mağusa, Lefkoşa, Güzelyurt ve Çamlıköy arasındaki mesafede sefer yaptığı, trenin yolcular yanında, Arap memleketlerinden gelen turistleri taşıdığı gibi, yük taşımaya elverişli olduğu belirtilmektedir. İlk zamanlarda köy sakinleri tarafından hoş karşılanmadığı cihetle vagonların taşlandığı bunun sebebinin ise erkeklerin köyden şehre inip gözlerinin açılır olma ihtimali ve ağalara hizmette kusur etmemeleri korkusu olduğu da not olarak beyaz kağıtlara düşülmüştür... Yüzyılı geçkin bir zaman da, ulaşım aracı olarak kullanılan tren, belki de zamanımızda olsaydı, bu kadar çok araba, bu kadar çok trafik kazası ve ölüm de olmazdı diye düşünmeden edemiyor insan... Belki de yeni projelerde tren vardır diyelim... Hayalini kuralım... Ne güzel söylemişler 'En sonunda önemli olan, hayatınız içerisindeki yıllar değil, yıllarınız içerisindeki hayattır.' diye... Hayali bırakıp Lefkoşa'ya babamın gözü ile bakmaya devam edersek o yıllarda Lefkoşa halkının surlar içerisinde ikamet ettiği fazla yerleşim yeri olmadığı gibi dışta Köşklüçiftlik ve Çağlayan bölgesi yakınlarında fazlası ile pis koku olduğu bu kokuların dericilerin dere kenarlarındaki kuyularından geldiği, kokulardan kurtulmak için evlerde portakal kabuğu yakıldığı söylemi vardır... Bizler de halen, evde balık kızartıldığı zaman, ocak üstünde alışkanlık olsa gerek portakal kabuğu yoksa, çiğ kahve atıp yaktığımız ve kokuyu giderici önlem aldığımızı söyleyebilirim... Şimdiki Türkiye Elçiliği binasının ve okulların bulunduğu yerde yani o zamanların mezarlık bölgesinin ıssız ve korkunç göründüğü, dahası camilerden gelen selâ sesleri ile beraber mezar kazıcıların mezarlık kapısında bekledikleri de belirtilmektedir... İşte o mezarlıktan, isteyenlerin mezarları açtırarak geçmiş bir yazımda belirttiğim üzere ailelerin, aile efrafından vefat edenleri alıp, başka mezarlığa defnettikleri yerin tanımlanması yazılanlar arasında yapılmıştır... Mevlevi Tekkesinin bulunduğu yerde ise o zamanlarda ney müziği eşliğinde içeride dönen dervişleri izleyenlerin İngiliz Valisi ve misafirleri olduğunu kendilerinin ise dış pencerelerden demir parmaklıklar arasından içerisini gözetledikleri, notlarda var olandır... 1571 Yılında Kıbrıs'ın Fethi ile Mevlevilik felsefesinin 'Lala Mustafa Paşa' tarafından adada yayıldığı Kıbrıslı Türklerin dini ve kültürel hayatında önemli rolü olduğu da aynen vurgulanmaktadır... Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin geliştirip Türk İslam dünyasına yaydığı felsefe yadsınamayacak kadar Kıbrıs’ta yer etmiş ve hoşgörü esasına örnek olmuştur diyor babam... Günümüz sosyal medyası üzerinden de takip ettiğimiz üzere Mevlana'nın olduğu ifade edilen birçok anlamlı söz paylaşılmaktadır... Bu sözler kişilerin ruhi durumuna göre okuyana ayrı bir huzur verdiği gibi ima yolu ile de bir nevi gönderme niteliği taşımaktadır... Mesela 'Dün geçti gitti. Dün gibi dünün sözü de geçti. Bugün yepyeni bir söz söylemek gerek. ' Ne kadar anlamlı ve duyarlılık örneği bir deyiş... Bir Cuma gününden sesleniş de bu olsun diyelim...