Bir ülkede üretimin düşük olması sebebi ile oluşan istikrasızlıkla zaman içerisin de ülkenin dış alımcı konuma gelmesi, o ülkenin ekonomik anlamda başka ülkelere bağımlı olması, başka ülkelerin ürettiklerine ihtiyaç duyması olarak tanımlanabilir.
Bir ülkede üretimin düşük olması sebebi ile oluşan istikrasızlıkla zaman içerisin de ülkenin dış alımcı konuma gelmesi, o ülkenin ekonomik anlamda başka ülkelere bağımlı olması, başka ülkelerin ürettiklerine ihtiyaç duyması olarak tanımlanabilir.
Bu durum çoğunlukla aynı zamanda siyasal bağımlılığın da sebebidir.
Bir diğer anlamı da maddi anlamda bir başkasına muhtaç olmaktır.
Bir de ekonomik bağımsızlık durumu vardır.
Peki o ne demektir?
Ekonomik bağımsızlık, bir bireyin ya da bir devletin kendi kaynaklarından istifade ederek ayakta durması halidir..Ekonomik bağımsızlıkta önemli olan var olan doğal ve yapay kaynakları doğru kullanabilmektir.
Ekonomik bağımsızlığın sağlanması enerji kaynaklarının doğru kullanımından geçmektedir. Çünkü bir ülkenin sahip olduğu enerji yatakları içerde ve dışarda ekonomik kalkınma ve istikrar sağlar.
Aynı husus bireyler için de geçerlidir. Bireylerin kendi ayakları üzerinde durması, sermayelerine kendi özgürlükleriyle ulaşmalarından geçer. Bireysel ekonomik bağımsızlık, servet, sermaye üzerinde yükselir.
Dolayısıyla devletler içinde böyleyken muktedir olmak belirleyici olur.
Peki biz Kuzey Kıbrıs olarak bu tanımların hangisine uyarız?
Pek tabi ki “bağımlı ekonomi” kısmına.
Hoş yaşadıklarımızdan da anlaşıldığı kadarıyla böylesi bir bağımlılıktan kurtulma gayreti içerisinde değiliz.
Ada ülkesiyiz evet.
Coğrafik olarak ada ekonomisi üzerinde etkili olabilecek dinamikler oldukça kısıtlı.
Ve/ fakat buna rağmen yine coğrafik özellikler nedeniyle ekonomiye olumlu katkı sağlayabilecek imkanlar olduğunu biliyoruz.
Şöyle ki, böylesi imkanları son derece kısıtlı olan bir adada sanayi geliştirmek çok kolay bir hadise değildir.
Ancak güneşin 365 gün etkili olduğu böylesi bir coğrafya da turizm, yüksek öğretim ve güneş enerjisi alanları geliştirilebilir.
Turizm de elbette sürdürülebilir politikalara ihtiyaç vardır.
Ve bu sektör gelişime en açık sektördür ada üzerinde.
Yüksek öğretim kurumları için de aynı şeyi söylemek mümkündür.
Lakin bunun için de kalitenin önde tutulacağı bir düşünce tarzının hakimiyeti gerekir.
Ve tabi buna bağlı olarak diğer alanlarda yapılacak iyileştirmeler.
Ne mesela?
Öğrenci memnuniyetine odaklı hizmetlerin cazip hale getirilmesini sağlamak.
Fiyatların normal seyri, barınma yeme içme, sosyal yaşam alanları yaratılması gibi şeylerden bahsediyorum elbette.
Ve gelelim konunun enerji kısmına.
Güneşin 365 gün eksik olmadığı bir coğrafyada yaşıyoruz.
Burada deniz üzerine güneş enerjisi panalleri kurulabilir.
Bu şu an için bir hayal olarak durabilir ama bunun mümkün olabileceğini hepimiz biliyoruz..
Çünkü böylesi bir yatırım bir çok anlamda insan odaklı bir kazanım olarak bize dönecek.
Örneğin Çin..
Çin’in güneş enerjisi santrallerine bir yenisini daha eklediği haberlerini okudum önceki gün.
Çin devleti hem enerjide dışarıya bağımlılığı azaltmak, hem de giderek ölümcül seviyelere tırmanan çevre kirliliğini azaltabilmek için alternatif enerji kaynaklarına yatırım yapıyor. Uzun vadede nükleer füzyon üzerine büyük yatırım yapan Çin, bu arada güneş enerjisini de ihmal etmiyor.
Belki Çin gibi devasa bir ülke potansiyeline sahip değiliz, fakat bu nokta da iklimin sağladığı imkanlara Çin’den daha fazla sahibiz.
O halde bunu neden bizler de başaramayalım?