New York’ta BM Genel Kurulu’na seslenen Rum Yönetimi lideri Nikos Anastasiadis, Türkiye’nin Kıbrıs sorunundaki rolüyle ilgili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a sekiz soru yöneltti.
Önce bu soruları, sonrasında da bu sorulara ilişkin görüşlerimizi aktaralım…
Soru 1: “Yabancı ülkelerin garantilerinin, müdahale haklarının olmadığı, işgal güçlerinden kurtulmuş bağımsız ve egemen bir devlet istememiz mantıksız mıdır?”
Cevap 1: Mantıksızdır, çünkü en son size güvendiğimiz tarihte Kıbrıs Türkü’nü etnik temizliğe tabi tutup, soyunu kurutmaya çalıştınız. Türkiye’nin buradaki varlığı, tamamen Kıbrıs Türkü’nün güvenlik ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Yani sebep değil, sonuçtur…
Soru 2: “Tüm kararların kendi vatandaşları tarafından, dış müdahaleler olmaksızın alındığı normal bir devleti desteklememiz mantıksız mıdır?”
Cevap 2: “Mantıksızdır çünkü siz tüm kararları kendi vatandaşları alan devlet derken, Kıbrıs Türkü’nü değil sadece Rumları kastediyorsunuz. Sayısal üstünlük sizde olduğu için Kıbrıs Türkü’nün azınlık olduğu, siyasi eşitiniz olmadığı bir ülke hayal ediyorsunuz.
Soru 3: “AB üyesi olan bir ülkenin Birliğin aldığı kararlarda etkin katılımının bulunması mantıksız mıdır?”
Cevap 3: AB üyesi ülkenin yaptığı anlaşma, neden Avrupa’nın birincil hukukuna dahil edilmek istenmiyor siz önce buna cevap verin…
Soru 4: “Çağ dışı kalmış Garantörlük Anlaşması’nın sona ermesini ve BM anayasasına, AB ve Avrupa Konseyi anlaşmalarına dayanan güçlü bir güvenlik sisteminin kurulmasını öngörmemiz mantıksız mıdır?”
Cevap 4: Sözünü ettiğiniz BM ve AB dünyanın hiçbir yerinde akan kanı durdurmaya çare olamadı. Kıbıs Türkü’nün en sağlam güvenliği Türk askerinin adadaki varlığıdır. Olası bir felakette yine 74 öncesi gibi kan akarsa AB mi, yoksa BM mi o akan kanı durduracak? Siz önce ona cevap verin.
Soru 5: “Anlaşmanın öngörülerini normal ve güvenli şekilde uygulanması ve yerine getirmesi, BM’nin herhangi bir ilkesine ve AB’nin kurumlarına aykırı mıdır?”
Cevap 5: Değildir ama sizin anlaşmadan anladığınız Kıbrıs Türkü’nün azınlık olarak kabul edildiği bir düzenlemedir. Kendinizi bu adanın tek sahibi, Kıbrıs Türkü’nü ise misafir olarak gördüğünüz sürece anlaşma mümkün değildir.
Soru 6: “Türkiye’nin bu rolü üstlenmedeki ısrarını reddetmemiz mantıksız mıdır?”
Cevap 6: Mantıksızdır çünkü Kıbrıs Türkü’nün güveneceği tek kurum Türkiye’dir. Daha önce AB ve BM’ye güven duyarak yola çıkan ülkelerin geldiği nokta ortadadır.
Soru 7: “Acaba federal bir devletin anayasasında, federal düzeyde alınacak kararların devletin üyelerinden en az birinin, özellikle de bu Federasyonun üyelerinden biri üçüncü bir ülke tarafından kontrol ediliyorken, olumlu oyunu gerektirmesi öngörülür mü?”
Cevap 7: Siz Yunanistan’dan ne kadar bağımsız hareket ediyorsanız, Kıbrıs Türkü de Türkiye’den o kadar bağımsız hareket ediyor. Ne bir eksik, ne bir fazla. O yüzden Kıbrıs Türkü de en az sizin kadar kararlarını tek başına alır.
Soru 8: “Türkiye’nin önerileri temelinde bulunacak bir çözümün kalıcı ve fonksiyonel bir devletin oluşmasını sağlayacağını iddia edebilecek biri var mı?”
Cevap 8: Elbette var, asıl Türkiye’nin önerileri göz ardı edilirse adada kalıcı ve fonksiyonel bir devlet kurulamaz. Çünkü bu adanın tek başına sahibi değilsiniz. Artık bu hayali kurmaktan vazgeçin.
Rum lider Anastasiadis’in BM Genel Kurulu’ndan Erdoğan’a sorduğu soruların Ankara’da ciddiye alınacağını sanmıyorum. O yüzden Anastasiadis benim cevaplarımla idare edecek. Tabi eğer gerçekten bu soruları, yanıtını dinlemek için sorduysa…
******************************
Kutu
MGK bildirisinin Türkçe meali:
Türkiye Musul ve Kerkük’e girebilir
ABD Başkanı Trump ile New York’ta yaptığı görüşmenin ardından Türkiye’ye dönen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Milli Güvenlik Kurulu’nu topladı. Son yılların en kritik toplantısı 3 saat sürdü. Barzani yönetiminin referandum kararı için “Gayrı meşru ve kabul edilemez” denen MGK bildirisinde 'Tüm ikazlarımıza rağmen Irak'ın kuzeyinde referandum yapılırsa Türkiye, uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını korur' ifadelerine yer verildi.
Peki bu sözle hangi uluslararası anlaşmaya vurgu yapıldı ve ne demek istendi?
O anlaşma Türkiye ile Irak arasındaki sınırı belirleyen ve komşuluk ilişkilerini düzenleyen Ankara Antlaşması’dır… 05 Haziran 1926 tarihinde, Türkiye, Irak ve İngiltere arasında imzalandı. Antlaşmanın 1. Maddesi ile Türk-Irak hududu, Milletler Cemiyeti’nin 29 Ekim 1924 tarihinde kararlaştırdığı şekilde kesinleşti. Kuzey Irak’ta bağımsız bir devlet kurulması halinde 1926 Ankara Antlaşması ile Milletler Cemiyeti’nin 29 Ekim 1924 tarihli kararı ortadan kalkmış olacaktı. Böyle bir durumda ‘statüko ante’ye yani önceki duruma dönülerek Musul ve Kerkük petrol alanları dahil olmak üzere Kuzey Irak bölgesi yeniden Türk toprağı olacaktı.
Dolayısıyla dünkü MGK bildirisinde de “Türkiye uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını korur” denerek, Türkiye’nin Musul ve Kerkük üzerindeki haklarına gönderme yapılıyor.
Peki uluslararası toplum, bir başka ifadeyle kendisini dünyanın jandarması gören ABD buna izin verir mi?
Elbette vermez. Ama elini ateşe uzatmaktansa böyle bir durumda 3 bin TIR dolusu silah ve mühimmat gönderdiği PYD-YPG ile birlikte İsrail’in desteklediği Barzani yönetimini Türkiye’ye karşı savaştırabilir.
Olası bir Türk-Kürt savaşı, bölgeyi cehenneme çevirir. Ortadoğu hiç olmadığı kadar gerilimli bir atmosfere doğru sürükleniyor. Savaş elbette kimsenin istemediği bir sonuç ama bölgedeki gelişmeler, Türkiye’yi hızla böyle bir felakete doğru sürüklüyor.
Türkiye son kartını oynamadan, elbette öncelikle ekonomik yaptırımlarla ilgili kararını masaya sürücektir. Ama Ankara’da kimse gerektiğinde askeri seçeneği de göz ardı etmiyor.