Yakın dönemde sosyal bilimler içerikli makalelerde sıklıkla ele alınan konulardan biri, yeni kurulan üniversitelerin kuruldukları kentle olan ilişkileridir.
Gerek dünyada gerekse ülkemizde üniversiteler; sosyo-ekonomik eşitsizlikleri gideren, kentsel kalkınma ve gelişmeyi hızlandıran temel aktörlerden biri olarak ele alınmaktadır. Bu bağlamda özellikle sosyal ve ekonomik açıdan geri kalmış kentlerde üniversitelerin açılmasının kentsel/bölgesel canlanmaya yol açacağı düşüncesiyle hareket edilmektedir. Hemen her kentte üniversitelerin açılması kentlerde bir hareketliliğe ve canlanmaya yol açmaktadır. Bu çerçevede akademik bağlamda da üniversitelerin kentlere olan etkilerini ele alan çalışmalarla karşılaşılmaktadır. Bu çalışmaların odak noktasını özellikle ekonomik anlamda üniversitelerin kentlere yaptığı katkılar oluşturmaktadır. Ancak kente hareket getiren ve canlanmayı sağlayan asıl unsur olan üniversite öğrencilerinin üniversite ve kente ilişkin görüş ve değerlendirmelerini içeren çalışmalar ise yok denecek kadar azdır.
Örneğin ülkemizde başta Mağusa, Lefkoşa, Girne, Güzelyurt ve Lefke olmak üzere üniversitelerle kent bütünleşmesinin sağlandığını söylemek çok zor.
Bu noktada son birkaç yıldır hayli yol kat edildiği söylense de bu anlamda sağlıklı bir çözüm yakaladığımızı söyleyemeyeceğim.
Dolayısıyla bu durum hem üniversitelerin hem Kıbrıs’ın sorunu olarak karşımızda durmaktadır.
O halde hem üniversitelere adına hem üniversite kentleri adına yapılacak, aşılacak şeyler vardır.
Bir üniversitenin kentle nasıl ilişkiler geliştirdiği ve orada neyi değiştirdiği sorusuna her kent için farklı bir yanıt bulmak olanaklı; çünkü her yer için farklı tarihi, coğrafi, kültürel, toplumsal ve kurumsal yapılanma söz konusudur.
Ancak bu ilişkiyi belirleyen daha somut etmenler de vardır.
Bunlardan birincisi üniversitenin kente göre konumu, yani kentin içinde ya da dışında oluşu ve ne biçimde planlandığıyla ilgilidir. Üniversitenin kent sınırları içinde olması, yani bir kent üniversitesi olması, çok boyutlu bir üniversite-kent ilişkisinin doğmasında doğal olarak kolaylık sağlıyor, ama bunu mutlak kılmıyor. Kent içinde yer almasına karşın kapılarını dış dünyaya kapatan üniversiteler olabildiği gibi, kent dokusu içine dağılmış ama kurumsal bütünlüğünü yitirmemiş üniversiteler de var. Bugün bunu en açık biçimde yansıtan Oxford Üniversitesi’nde, kolej binaları Oxford kentiyle iç içe olduğu gibi, birbiriyle yaya bağlantısı kurulan avlulu binalar sistemiyle üniversiter yapı kendi içindeki bütünlüğünü yitirmemiştir.
Üniversitelerin “bilgi” üretmek amacıyla çalışan bir kurum olması ve bilgi denen şeyin de evrensel ve uluslararası olmasından ötürü bulunduğu kentle olan yerel çerçevedeki ilişkilerini geri plana almasıdır. Bazı örneklerdeyse kent yönetimleri tarafından kentin altyapısına ek yük bindirmeleri ve vergi-dışı statüye sahip olmalarından dolayı üniversiteye şüpheyle yaklaşılabilmiştir.
Son olarak vurgulamalıyım ki ülkemizdeki coğrafik koşullar ve kentlerimizin tarihsel ve henüz yitirilmemiş zengin geleneksel ve kültürel mirası, kentlerin görece küçük boyutları, ılıman iklim koşulları, doğayla ilişkileri, üniversitelerin bulundukları kentleri birer kültür ve cazibe merkezine dönüştürebilmeleri için bir şanstır; bu hedefe ulaşmak için uygun stratejiler belirlenmelidir.