Onca siyasi hikayenin, efsanenin ve kavganın içinde gözlerden kaçan büyük bir nokta var ülkemde. Ne mi? Güzelliği, sadeliği, samimiyeti...
Ben tedavi ve eğitim amaçlı yıllarca ülkemden uzak kaldım. Çocukluğum İngiltere ve Türkiye'de geçti. Ailemden, ülkemden, yaşadığım köyümden uzak kalmanın, yani hasretle yanmanın ne anlama geldiğini çok iyi bilirim.
Okul için yıllarca Antalya'da kaldığımda tatillerde ülkeme dönüş heyecanımı kelimelerle anlatabilmem mümkün değil değerli okurlar.
Birkaç hafta önceden başlardı heyecan. Umut dolardı kalbim.
KKTC özlemimi arkadaşlarımla da paylaşırdım. Onlara köyümde yaşadıklarımı anlatır, havasının, suyunun ve insanının bir başka olduğunu söylerdim.
Lakabım Kıbrıslı olduğu için çok hoşuma giderdi. Ülke özlemiyle yaşarken, ülkenin adıyla çağırılmak samimi olarak söylemeliyim ki büyük bir heyecandır anlayan için.
2000'li yılların başıydı. Aylardan Haziran. küçük dayım henüz evlenmiş. Benim ortaokul maceram da artık bitmiş, ülkeme dönme vakti gelmişti. Dayımlarla birlikte tatil için Burdur'a, yaylaya gitmiştik. Havalar çok sıcaktı ve Kıbrıs'a dönmeden önce annem, babam, kardeşim ve diğer aile büyükleriyle birlikte son bir defa daha bir arada olalım istemiştik.
Her şey çok güzeldi. Kısa bir süre kalmıştık Burdur'da.
Haziran yağmurunun serinliğini, son gün ıslanmak için yağmurun altında duruşumu ve dönüş yolunda arabaya biniş anımı hala dün gibi hatırlıyorum. O eşsiz havadan ayrılacağım için üzgün olsam da ben artık ülkeme kavuşacaktım. Bir an önce Antalya Havaalanına gidip uçağa binmenin derdindeydim sadece. Yolda iki araba ilerliyorduk.
arabada benim haricimde dayım, yengem, anneannem ve kardeşim vardı.
Yol boyu ise dağ ve uçurumlar olduğunu biliyordum. Dayım, tanıdıkları bir doktorun kısa bir süre önce bu yolda kaza yaptığını ve rahmetli olduğunu söylemişti yengeme.
Onu duyduğum an içim ürpermişti. Kimseye belli etmesem de korkuyordum. Kaza yapmaktan ya da ölmekten değil, tam ülkeme kavuşacağım an bunun olamamasından korkuyordum. Derken korkum başıma geldi ve son derece büyük bir kaza geçirdik. Biraz hız, biraz da yol faktörüyle yoldan çıkan araba dağa çarptı ve yuvarlanmaya başladı. Cam seslerini duyuyor, üzerimize çöken tavanı ve açılma düzeyinde eğilen kapıları hissediyordum. Araba benim oturduğum yöne, yani sağ tarafa doğru devrildiği için altta kaldığımı hatırlıyorum. Kardeşim İbrahim ağlamaya başlamıştı. Kardeşimin kolunda çok büyük bir kesik olduğu ve oluk gibi kan aktığı için kazayı görerek yardım için duran bir arabaya bindirilerek anında hastaneye yollandı. Dayım ben ne yaptım diye hayıflanıyor, yengem hem onu sakinleştirmeye çalışıyor, hem de anneannemi yine yardım için duran başka bir arabayla hastaneye göndermeye çalışıyordu.
Ben ise ayağım diye mırıldandığımı hatırlıyorum. Beni derhal arabadan çıkarıp dağın yamacına oturttular. O anı hiç unutmam. Çok ince bir yağmur, gökgürültüsü ve içleri ürperten sakinliği bozan araba çığlıkları...
Bunca olay en fazla 20, kaza ise sadece birkaç saniye sürmüştü. O birkaç saniyede aklıma gelen ilk, daha doğrusu tek şey neydi biliyor musunuz?
-Bitti sanırım. Artık ülkeme gidemeyeceğim. Allah'ım ne olur beni KKTC'ye kavuştur.
Sanırım öyle bir anda bile bunu düşünebilmenin tek bir izahı var; sevgi...
Türkiye de benim vatanım. Ve ömrümün önemli bir kısmı orada geçti belki. Ancak ülkemi, yani KKTC'yi ne kadar sevdiğimi o gün çok daha iyi anladım.
Şimdilerde havası, suyu değişse bile benim ülkem bir başka gerçekten. İnsanımın samimiyeti, ruhu ve heyecanı çok farklı. Bir grubun sözde muhalefet adı altında düşmanlık ve kin kokan söylemlerine de aldırmıyorum. Çünkü biliyorum ki ülkeyi sevmek, kinle, nefretle ya da sadece konuşmayla olmuyor.
Ben ülkemi de insanımı da seviyorum. Ayırmadan, hakaret etmeden, samimiyetle ülkem için hizmet etmeye gayret ediyorum.