Bir engelli annesinin yaşam hikayesi

Sosyal medya üzerinden tarafıma ulaşan ve yazdıklarıyla beni çok duygulandıran bir engelli annesinin yüreğinden dökülenleri derleyerek sizlerle paylaşmak istedim. Özellikle engelli ailelerimizin, eğitimcilerimizin ve psikologlarımızın dikkatle okumalarını tavsiye ediyorum.

Sosyal medya üzerinden tarafıma ulaşan ve yazdıklarıyla beni çok duygulandıran bir engelli annesinin yüreğinden dökülenleri derleyerek sizlerle paylaşmak istedim. Özellikle engelli ailelerimizin, eğitimcilerimizin ve psikologlarımızın dikkatle okumalarını tavsiye ediyorum.

Bu yaşanmış hikayeyi okuyunca hem engelli eğitiminin, hem de aile bilincinin ne oranda önemli olduğunu tekrar fark edeceksiniz.

Türkiye'de yaşayan bu annemizin ağzından hikayeye başlayalım...
Oğlumuz doğduğunda dünyalar bizim olmuştu. O kadar güzeldi ki; kucağıma aldım, sevdim, öptüm, öptüm... Adını Oğuz vermiştik.

Emzirmek istedim, emmedi; mamalarla büyüttüm. Çok sağlıklı görünüyordu.
Derken, aradan iki yıl geçti. Ancak oğlum konuşmuyor, yürümüyor ve çoğu zaman şakalarımıza bile cevap vermiyordu. Bir yıl derken, iki yıl daha geçti aradan. Ancak oğlum hala yürüyüp konuşamıyordu. Eşim de, ben de bir gariplik seziyor ancak birbirimize bir şey söyleyemiyorduk.

Kayınvalidem ise beni suçluyor, çocuğa bakamadığımı söylüyordu.
Eşime doktora gitmemiz gerektiğini söylesem de konduramadığı için hep geçiştiriyordu.

Birkaç yıl böyle geçti.

Oğlum beş buçuk yaşında yürümeye başladı. Tek-tük kelimelerle derdini anlatıyordu. En azından ben, onun ne demek istediğini anlayabiliyordum. Ve sonunda okul çağı geldi. Bir ay önceden önlüğünü, yakasını, çantasını aldık. Evet.... oğlum okula başlayacaktı!

Bir ay sonra beni okuldan çağırdılar. “Senin çocuğun diğerlerinden farklı; konuşması düzgün değil, dersleri de yeterince kavrayamıyor. Bir sorun olabilir. Siz, Oğuz’u Rehberlik Araştırma Merkezi’ne götürün, bir test yaptırın” dediler.

Oracıkta yığıldım, kaldım. Oğlumu getirdiler elinden tuttum, bana öyle sevimli ve gülerek bakıyordu ki... “Neden benim çocuğuma böyle söylediler?...” diye isyan ettim. Her şeyi kırmak geldi içimden.

Eve geldiğimizde çocuğumun yüzüne bakıp bakıp ağlıyordum. Eşime nasıl söyleyecektim? Sanki bu bir ayıp gibi saklamak istiyordum. Kimse duymamalıydı, eşim bile!

Bir sonraki gün, Rehberlik Araştırma Merkezi’ne gittim.
Çocuğumu alıp, bir odaya götürdüler. Sanki saatler geçmişti.

Saatime baktım, oysa daha 10 dakika olmuştu.

Bayan, elinde bir kağıt ve yanında Oğuz ile geldi. Yalvarır gözlerle baktım ona. Durumumu fark ettiği için teselli etmeye çalışsa da özetle, “Çocuğunuz zihin engelli. Özel eğitim desteği almak zorunda” dedi. Hiçbir yanıt veremedim. Kağıdı uzattı, aldım ve eve döndüm. Nasıl döndüm, bilmiyorum. Eve giremedim. Oğuz’la birlikte saatlerce bahçede oturduk. Şokta gibiydim. Ne ağlayabiliyordum, ne de konuşabiliyordum.

Tüm arkadaşlarım ve dostlarımla ilişkilerimi hemen kestim. Eşimle de ilişkilerimiz bozuldu. Ellerini oğuşturan, ağlama nöbetleri geçiren, tüm işlevleri durmuş bir insan olmuştum artık. Ancak, yine de dışarıya bir şey belli etmemeye çalışıyordum. Evden dışarı çıkmak zorunda kaldığım zaman “maskemi” takıp, öyle çıkıyordum. Hiç kimse Oğuz’u ve benim çektiğim acıyı fark etmedi. Eşimden başka kimseyle bu konuyu paylaşmadım. Hatta çektiğim acının boyutlarını ona bile tam göstermedim. Onun acısının zaten ona yettiğini düşünüyordum. Bu dönem, en kötü devreydi. Tam altı hafta sürdü.

Tanı konmasından bir ay sonra Oğuz, bir özel eğitim kurumuna kayıt oldu. Servisle gidip gelirken, dışarıdan insanların servise bakmalarına dayanamıyordum. İnsanların bu çocuklara bakışlarını, içlerinden geçirdiklerini düşünemiyordum.

Sonra, Oğuz’un bir ömür boyunca saklanamayacağı geldi aklıma. Onunla birlikte komşulara ziyarete gitmeye, parka götürmeye başladım. Yıllardan sonra kendime gelmeye başlamıştım. Ama hala içimdeki acıyı bir türlü atamıyordum.

Bu arada, zihinsel engellilik ile ilgili çeşitli kitaplar okudum. Farklı kişilerle görüştüm. Daha sonra iki büyük sarsıntı yaşadım. Birincisi; eşim, kendime gelmediğim takdirde Oğuz’un ve ailemizin hiçbir şansı olamayacağını söyledi. Oğuz’un öğretmeni de maskemi fark etti ve “Oğuz’u şımartmaya devam edersen onu çift engelli hale getirirsin” diyerek, bana tutarlı olmaktan bahsetti. Saatlerce konuştuk, konuştukça işimin daha zor olduğunu anladım. Ama artık kendime acımak yerine, mantıklı bir anne olmaya çalışacaktım. Öğretmenin yardımıyla kısa sayılamayacak bir sürede Oğuz’a nasıl davranmam gerektiğini iyice öğrenmiştim. Artık sadece Oğuz için değil,kendim ve eşim için de yaşıyordum.

Artık eşim ile de ilişkimiz düzelmişti. Oğuz ise, bana bağımlı olmaktan uzaklaşmış, kendi işini kendisi görebilir hale gelmişti. Oğlumun kendi kendine yetebildiğini görmek, emeklerimin sonucunu almak beni hayata ve oğluma iyice bağlamıştı. Artık hem Oğuz’la, hem de kendimle gurur duyuyordum. İçimden hepinize haykırmak geliyor: Pes etmeyin, aile olduğunuzu gösterin, unutmayın, bize bizden çok kimse destek olamaz....
Bu haber 406 defa okunmuştur

:

:

:

: