Tüketim’in sadece liberal kapitalist bir değer olmadığı, bazı sosyologlar tarafından geçen yüzyılın başından itibaren fark edildi. Weberci ve Marksist gelenek, tüketimin bir statü kaynağı olduğunu ileri sürmüştü. Tüketimin, temel bir ihtiyacı karşılama etkinliği olarak görülmemesi, tüketime, subjektif bir değer yükleme anlamına gelmektedir.
Bu görüşler, o yıllarda kapitalist pazarlama için araçsal bir işlev görmedi. Tüketimin kapitalizmin en önemli amaçlarından birisi olması, yukarıda belirtildiği gibi ikinci dünya savaşından sonra gerçekleşti. Tüketimi, modern kent yaşamının en önemli ideolojisi olarak değerlendiren G. Simmel olmuştur.
G.Simmel, paranın ekonomik gücüne vurgu yaptı. Büyük modern metropol kentlerin paranın egemenliğine girdiğini ileri sürdü. Kent insanlarının modaya uyum çabalarıyla statü ihtiyaçlarını gidermeye çalıştığını, iddia etti. Moda’ya uyumun, insanın taklitçi psikolojik eğiliminden kaynaklandığını yazdı. Ancak moda üretiminin farklılaşmayı stiller aracılığıyla çeşitlendirilmesi ve yeniden üretmesi, kişilerin kendilerini gösterme çabalarını tahmin edileceği gibi piyasaya bağımlı kılmaktadır. Dolayısıyla Simmel, geçen yüzyılın başında, etkileşimsel varoluşu, paranın gücünü ve modanın statü inşa etme kapasitesine vurgu yaparak, tüketime yönelimin masum bir çaba olmadığını da göstermiş oldu.
Ancak tüketim, yinede o yıllarda bir toplumun adı olacak kadar, dünya çapında etkili bir ifade tarzı olmadı. Hatırlanacağı gibi geçen yüzyılın başında, kapitalizm doğrudan şiddet yoluyla batı dışı toplumlara istila etmeye devam ediyordu. Bu istilanın temel nedenlerinden birisi de kapitalizm için, Marks’ın iddia ettiği gibi Pazar bulmaktı. G. Simmel’in örnekleri de kapitalist toplumlar için geçerliydi. O tarihlerde dünya nüfusunun çok az bir kısmı, yani sadece kıta Avrupa’sı ve bazı ABD kentlerinin bu duruma örnek olabileceği aşikardır.
Öncelikle tüketim toplumunda tüketimin ne anlama geldiğini açıklayalım. Çünkü Kapitalist toplumun kurucu değeri, tasarruf iken, Tüketim toplumunun kurucu değeri, sarfiyat olmaktadır. Ekonomik sistem zahiren böyle bir çelişki ile karşı karşıya duruyor gibi görünüyor. Kapitalist toplum ve değerlerle ilgili teorilerin yeniden sorgulanmasını mı denemek lazımdır. Yoksa Tüketim toplumu kavramsallaştırmasından, sade ve naif tüketim dışında başka bir tüketim biçimini mi? Anlamak gerekir.
Kapitalist toplum tasarımında, yukarıda belirtildiği gibi, kişinin özgür olması, kendi kararlarını mantıki ve rasyonel olarak verebilmesi, elde ettiği serveti kendi mülkü olarak görüp yönetme özgürlüğüne sahip olması, Klasik ve Neo Klasik iktisat teorilerinin tümünde yer alır. Dolayısıyla modernizmin siyasi, sosyal ve ekonomik söylemi, özgür birey kavramsallaştırmasını, serbest piyasada arz ve talep ilkelerine ve eleme biçimlerine göre gerekli görmüştü. Özgürlük, ulusal hegemonyaya entegrasyon ve bu hegemonyanın ekonomi piyasalarında bir aktör olma tasarımı ile meşrulaşmış görünmektedir.
Tüketim toplumunda tüketim; anlaşılacağı üzere, bir alışkanlıktır. Kişiliğin gösterimidir. Bağımlılık yapan bir harcama biçimidir. Sosyolojik bir ifade ve açıklamadır. Sosyal aidiyetin en başat değeridir. Doyumsuzluğu besler. Enaniyetin veya benliğin edilgen bir eyleme dönüşümüdür. Enaniyet tüketim alışkanlığı ile toplum nezdinde bir süper ego veya daha doğrusu bir insanı kâmile ulaşma çabasındadır.
Tüketim; grupsal aidiyetlerin, sosyal sınırların, statülerin, dışlama ve hakir görme biçimlerinin, gösterilerin ve kimliklerin dışavurumunu ifade eden en etkili eylem biçimlerinden birisi haline gelmiştir.
Böyle bir tüketim alışkanlığı; anlaşılacağı gibi harcama yapmayı, tüketimi, ihtiyaç gidermeyi ferdi bir davranış ve çaba olmaktan çıkartır. Tüketim toplumunda daha önce kendisine ihtiyaç giderme denilen, yeme, içme, barınma, ulaşım, iletişim, giyinme gibi davranışlar, etkileşimsel bir eylem biçimine dönüşür.