Toplumun bir ferdi olarak benimde bu konuda söyleyeceklerim var elbette..
Bu toplumu seviyordum. Nasıl sevmem ki yıllar boyunca ‘öğretilen’ kahramanlıklar, haksızlığa karşı yanımda kim var demeden dur diyebilen nice cesur insanlar, örneğine az rastlanır destanlaşmış aşklar, bu kadarı da olmaz diyebileceğimiz merhamet örnekleriyle büyüdüm. Daha doğrusu büyütüldüm. Lakin merak ettiğim şey şu ; Nasıl bu duruma geldik?
Günümüz toplumunda haysiyet ve cesaret örneği çıkar mı acaba? Ferhat ile Şirin, Leyla ile mecnun gibi sevenler? Kim Hz. Mevlana gibi ‘Gel, gel, ne olursan ol yine gel, ister kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel, bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir, yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...’diyebilir? Demeyi bırak; bunu içten, samimi bir şekilde söyleyip yaşayabilir? Tek tek örnek vermeyi geçiyorum. Zaten bitmez. Hem şu kıt bilgimle affedin bir çoğu hadiseyi ve kişileri
muhakkak bilmiyor ve yahut unutmuşumdur.
Demeye çalıştığım şu ki, bu noktaya nasıl geldik. Bir insan yavrusu bebekken ne kadar sevimlidir. Bir o kadarda masum bir varlıktır. Onun büyüyüp bu kadar acımasız, gaddar, bencil olması için neler yaşamış olması gerekir?
Buna bir suçlu ararsak hepimiz suçluyuz. O kadar yozlaştık, kinlendik, nefretimize sarıldık ki başkalarının acısına sevinir olduk. Eğlencelerimiz bile birisinin aşağılandığı güldürülere dayalı.Tek tek, santim santim, birey birey çürüyoruz. İçlerimiz çürüyor. Tutunabileceğimiz hiçbir dal yok gibi. Bu çürümede tek kaygımız nasıl göründüğümüz? Ve toplumun bizi nasıl algıladığı?
Bu toplumu bir arada tutan dostluk, arkadaşlık, yardımlaşma, aile gibi mihenk taşlarının altı günden güne boşalıyor. Herkes kendi haricindeki kişileri sınıflandırıyor, kategorize ediyor. Ve anlamak için değil yanlışlarını hatalarını bulmak suratına çarpmak için dinliyor. Kaçımız karşımızdakinin doksan dokuz lafı yanlış olsa da o bir doğruyu öğrenmek için dinliyoruz?
Eskiden karşısındakinin yanlışını bile söylemenin amiyane tabirle ‘raconu’ vardı.Oysa şimdilerde duyduğumuz ilk farklı cümleyi aşağılamadan, kınamadan, alaya almadan, söyleyeni şucu bucu diye yaftalamadan önce dinleyip düşünemiyoruz?
Her şeyi geçelim bir bebeğin bile sadece bir bölgede doğması diğer insanların ona bakışını, davranışını hatta kaderini değiştiriyor. Kusura bakmayın ama soğuktan donan bebekler, vurulan, tecavüze uğrayan, çalıştırılan, aç kalan ve daha sayamayacağım nice talihsiz vakayı yaşayan çocuklara şahit olunca kendi konforumdan tiksiniyorum. Bir bebeğe, çocuğa nefret hissetmek, kin duymak, onu düşman edinmek nasıl mümkün olabilir? Hangi din,kitap,hangi ideoloji, diyalektik bunu söyleyebilir, meşrulaştırabilir yada vicdanlarımızı rahatlatabilir ki? Çocuklarımızın ne yiyip içmesi, neler giyinmesi hangi okullara gitmesi bizler için bu kadar önemliyken ,televizyonlarda bütün haberler çocuklarınıza şunları yedirin bunları yedirmeyin saçmalıklarıyla doluyken,niçin hiçbir anne baba çocuklarını daha merhametli, dürüst, iyi insan yetişmesi için neler yapmalıyız sorusunu sormaz? Neden hiçbir uzman bu konuyu gdo, şeker, gıda boyası kadar dikkate almaz?
Çocuklarımıza miras olarak; Acımasız olanın kazandığı, ezenin üstünlüğüne dayalı, ona boyun eğenler veya yok olması gerekenler olarak kutuplaştırıldığımız bir toplum mu bırakacağız? Hepimiz çözümsüzlükten, çaresizliğimizden acımasız, vicdansız olmaya mı sarıldık?
Her şeye sahip, vicdansız, empati yoksunu, acımasız uzun yıllar yaşayacak olan bireyler yetiştiriyoruz.
Ve en kötüsü de yavaş yavaş, sessiz sedasız bunu kabullendik. Artık o kadar rahatsız etmiyor bizi. İşte bu yüzden ben kendi adıma utanıyorum. Ve çok üzgünüm ama bu toplumu eskisi kadar sevemiyorum.