Neredeyse yarım asırdır uğraşıyoruz Kıbrıs sorunu girdabında.
Şu ana kadar bir sonuçta elde etmiş değiliz.
Kıbrıs sorunu devam ediyor..
Ve belli ki çözüme ulaşıncaya kadar da devam edecek.
Ha çözüm olur mu?
İlla ki olacak.
Bu çözüm ya Kıbrıs’ı birleştirecek, ya da kalıcı şekilde siyasi olarak ayıracak.
Ama her şekilde çözüm şart.
Ve dönelim bizim içinde bulunduğumuz duruma.
1983 yılından bugüne kadar da KKTC dedik.
Aradan tam 36 yıl geçti.
Bu 36 yılda siyasi olarak bir arpa boyu yol alamadık.
Adanın Kuzeyinde bir statüko yaratıldı.
Kısacası devlet falan hikaye.
Bir toplum gerçekliğinde dünyadan izole ve Türkiye’nin etkin kontrolünde bir düzen kuruldu.
Bugüne kadar da Türkiye Kuzey Kıbrıs’ı finanse etti.
Hoş halen etmeye çalışıyor.
Fakat bilinen gerçek şu ki, bu durum ne Türkiye açısından, ne de Kuzey Kıbrıs açısından sürdürülebilir değil.
Kaldı ki bu durumdan mütevellit Türkiye ile Kuzey Kıbrıs arasında kurulan ilişki de sağlıklı bir zeminde değil..
En önemlisi bu durumdan ötürü Türkiye siyasi bedel ödemektedir.
Ve durumun sürdürülemez olduğunun da idraki içindedir.
Peki bu 36 yılda Türkiye dışında KKTC diye bizi siyasi anlamda tanıyan bizimle uluslararası minvalde ilişki kuran oldu mu?
Hayır.
Peki biz ne yapıyoruz?
Görünürlüğümüzü artırmaya çalışıyoruz.
Bu işe yarıyor mu?
Hayır..
Dolayısıyla Kıbrıs’ta devam eden sorunu bu temelde iki ayrı devlet olarak çözmemiz mümkün görünmüyor.
36 yıl sanırım bunu idrak etmek için yeterli bir zaman.
Ha buna rağmen tanınacağız uluslararası hukuka müdahil olarak iki devlet esasında hem Rumlarla hem de dünya milletleri ile işbirliği yaparak ilişkiler kuracağız diyen varsa, ki vardır onlara da Allah akıl versin diyorum.
Zira böyle bir olasılık söz konusu bile değil.
Fakat bunu ısrarla birileri görmezden geliyor..
Kim bu birileri..
Hayalperstler mi?
Hayır..
Nihayetinde hayallerin de bir sonu olur.
Bu durumu savunanlar, mevcut düzenden çoğunlukla nemalananlardır.
Nasıl?
40 yılın düzeni kurulmuştur ülkede.
Maaş çekenler, haksız kazançlar, adaletsiz mal paylaşımı, mevcut kaynakların sağladığı zümresel menfaatler.. Ve bütün bunlardan yararlanan hatırı sayılır bir kesim..
Bugün 6 kişilik bir aile düşünün. Gelinler, damatlar çoluk çocuk derken genişleyen ve 20 kişilik olan bir aile.. Ve bu ailenin neredeyse bütün fertlerine devletin imkanları ve kaynakları maddi manevi bir şekilde yansıtılıyor.
İstihdam,İş, toprak, destek vs..
Diğer taraftan bir başka aile düşünün.
O da 6 kişilik ve genişliyor.
Ama hiçbir aile ferdi devletin himayesinde değil.
Devlet tarafından finanse edilmiyor.
Yani istihdam yok,iş, arsa, destek falan yok.
Kendi imkanları ile hayata tutunan insanlar.
Şimdi söyleyin bakalım bu düzenin devamını hangi aile isteyecek?
Birinci örnekteki aile mi?
İkinci örnekteki aile mi?
Cevap net..
Tabi ki birinci örnekteki aile..
Neden?
Çünkü bu düzenden menfaat elde edenler onlar.
İşte bugün geldiğimiz durumun özeti en basit anlatımıyla budur.
Bir kesim bulduğu bu imkanlardan vazgeçmek istemiyor ve mevcut düzenin bu şekilde devam etmesini sözde milliyetçilik üzerinden savunuyor.
Çünkü biliyor ki bu düzen onlara fayda sağlamaktadır.
Gerisi umrunda değil.
Komşusu açmış, tokmuş, çocuğu işsiz güçsüzmüş, evinde ekmek varmış yokmuş bu onun derdi değil.
Onun derdi mevcut düzenden haksız bir şekilde daha çok faydalanmaktır.
Şimdi diyorlar ki, dünya gün gelir bizi tanır.
Mümkün mü?
Değil.
Zira öyle bir dünya yok..
Kimsenin bizi mevcut yapı içinde tanıyacağı da yok.
Bunu neden söylüyorum?
Eğer bu konuda birileri duyum almışsa o duyum yalandır, yanlıştır diye söylüyorum..