Her toplum ürettiği oranda ayakta kalır.
Bu çok basit bir ekonomi kuralıdır.
Dolayısıyla üretim odaklı ekonomi bir ülkenin kalkınmasında büyük rol oynar.
Peki biz kendi ülkemizde bunu başarabiliyor muyuz?
Kısmen..
Neden kısmen?
Çünkü bu kapsamda bir devlet politikası mevcut değil.
Yani üretimi teşvik edecek,destekleyecek politikalar geliştirilemedi bizim ülkemizde..
Hatta genel anlamda reel sektöre dokunacak, ticaretin önünü açacak reformlar bir yana, bu anlamda hiçbir destekleyici tedbiri de olmadı devletin özel sektöre karşı.
Bugün ise ekonomik anlamda ciddi sıkıntılar var ülkemizde.
Bunu bugün hissetmeyen de yoktur.
Ha tabi ki bu olumsuzluktan daha az etkilenenler de vardır, daha çok etkilenenler de vardır.
Fakat en iyisinden, en orta hallisinden, en düşük gelirlisine kadar herkes bunu biliyor, görüyor ve nihayetinde hissediyor.
Dolayısıyla ülkede bu anlamda bir sorunumuz var..
Ve çözmek zorundayız.
Peki nasıl?
Ekonomik akılla.
Şöyle ki bu ülkede mevcutların yanında yeni yatırım alanlarına olanak tanımalıyız.
Yerli ve yabancı yatırımcıyı teşvik edecek siyasi kararlar üretmeliyiz.
Yeni açılımları ortaya koymalıyız.
Ve en önemlisi bunu yatırımcıya hissetirebil meliyiz..
Tabi ki siyasi istikrarla..
Tabi ki cesur reform niteliğinde kararlarla.
Tabi ki ülkenin yatırım alanlarını belirlemekle.
Ve tabi ki ekonomik meslek grupları ve örgütlerle ortak akıl yaratmakla..
Peki bunu yapabiliyor muyuz?
Hayır.
Ya da şöyle sorayım bu ülkede ekonomi ehli eller tarafından yönetiliyor mu?
Hayır.
Zaten yönetilebilseydi bugün daha farklı bir pozisyonda olurduk toplum olarak.
Dolayısıyla öncelikle bunu kabullenmemiz gerekir.
Bugüne kadar gelmiş geçmiş tüm iktidarlarda bu konuda zaafiyet yaşadık.
Fakat burada önemli olan ekonomiyi bilmek kadar yönlendirmek de çok büyük bir öneme haizdir.
Elbette bunun için planlama şart.
Veri şart.
Pratikte uygulayabilme başarısı şart.
Hoş bugün ülkemizde üretim odağında ekonominin lokomotifi diye bahsedebileceğim 2 önemli hizmet sektörü daha mevcut.
Hepimiz bunların turizm ve yüksek öğretimi olduğunu biliyoruz.
Bazı dostlarım yüksek öğretimi sektör olarak görmeme ve hatta ticari bir alan olarak değerlendirmeme kızıyorlar.
Lakin ben gerçekler üzerinden değerlendirme yapmayı yeğlerim.
Bugün devlet dahil, bu sektöre yatırım yapan herkes yüksek öğretimi ülkenin ekonomisine katkı yapan bir sektör olarak görmektedirler.
Ha sakın ola bunu kimse üniversitelerimiz birer ticarethane değil tanımlaması ile değerlendirip konuyu saptırmasın, zira bende bunu çok iyi idrak edebiliyorum.
Elbette üniversitelerimiz birer ticarethane değildir.
Fakat eğitim öğretim yanında ülke ekonomisine ciddi katkıları olan kuruluşlardır.
Bırakalım üniversitelerimizde her anlamda kaliteyi konunun uzmanları sağlasın.
Fakat üniversitelerin bir de sağladığı ekonomik katkı var bu ülkeye..
Bunu da göz ardı etmeyelim.
Ve bu olanakları doğru mantıkla kullanalım.
Peki devletin bu anlamda bir politikası var mı?
Yok.
Günübirlik günü kurtarma adına yapılan bir takım şeyler var.
Ki bu dönemde devletin üniversitelere en fazla önem vermesi gerektiği bir dönem olmasını umuyordum ben akademisyen bir başbakan ve akademisyen bir başbakan yardımcısının yönettiği bir ülkede.
Gelelim turizme.
Onca yatırım var ülkede.
Ve gerçekten turizme yönelik çok kaliteli tesislerimiz de mevcut.
Yeterli mi?
Değil.
Devlet politikası sürdürülebilir değil çünkü.
Hatta bu sektör için oluşturulan ve uygulanabilirliği mümkün hiçbir politika da üretilmedi bugüne kadar.