'Hiçbir şey göründüğü gibi değildir...'

Kıbrıs adasının kaderi olan; sıcak gelişmelerin gündemden hiç eksilmediği bu günlerde de adamızla ilgili yazılmış ve oldukça dikkat çeken bir kitap raflarda yerini aldı.

Kıbrıs adasının kaderi olan; sıcak gelişmelerin gündemden hiç eksilmediği bu günlerde de adamızla ilgili yazılmış ve oldukça dikkat çeken bir kitap raflarda yerini aldı. KKTC de belki de ilk kez Kıbrıs adası hakkında farklı muhtevalara sahip olan bir kitap kendi alanında gündem oluşturmaya devam ediyor. Evet; bahsettiğim kitabın adı “Sırlar Adası”. Kitabın yazarı ise Dr. Turgül Tomgüsehan. Kitabın içeriğinden görebildiğimiz üzere yazar Kıbrıslı bir Polis Subayı. Bu bağlamda da kitabın oldukça ilgi çekici olan ezoterik-konusuna da yazarın almış olduğu eğitim doğrultusunda farklı bir etki yaptığı, kitapta anlatılan olaylara farklı bir bakış açısı kattığı aşikar. Kitabı irdelemeye geçmeden önce yazara kısaca değinecek olursak karşımıza alışılmışın dışında oldukça değişik bir yazar profili çıktığını göreceğiz. Yazar Turgül Tomgüsehan öncelikle bir Polis Subayıdır, 1998’de Polis Akademisinden mezun olmuştur. Bu aslında şu açıdan oldukça önemlidir; Yazar mesleğine doğrudan Müfettiş Muavini olarak başlamış bir emniyet mensubudur. 2004 yılında ise YDÜ Hukuk Fakültesini bitirerek “Hukukçu” kimliğini kazanmış çalışkanlığını takdir ettiğim bir insan. Kısa bir araştırma neticesinde, emniyet teşkilatında onun gibi başka Hukuk mezunu polislerimizin de olduğunu öğrenmek zor olmadı, aslında buna hem şaşırdım hem de mutlu oldum. Eğitimin Polis örgütündeki sıkıntıların aşılmasında önemli bir husus olduğunu düşünen birisi olarak bu bilgiye ulaşmak beni sevindirdi. Demek ki Polis örgütünde halen daha üstüne düşen sorumlulukların farkında olan kişiler var ve bu arkadaşlar kendilerini geliştirmeye gayret ediyorlar. Yazara dönecek olursak Hukuk Fakültesi eğitimi ile öğrenim hayatı sınırlı kalmamış tabi. Polis - Halk İlişkileri üzerine Master eğitimi yapan yazar, 2017 yılında PKK Terör Örgütü ile Türkiye Cumhuriyeti arasında yürütülen müzakere sürecini konu olan doktora tezi ile Doktor unvanını almaya hak kazanmış. Yine kısa bir araştırma sonucu öğrendim ki, şu an polis örgütünde bu unvanı almış olan ilk polis subayı kitabın yazarıdır. hatta başka polis subaylarının da onun ardından doktora eğitimi yapmakta olduğunu öğrendim. Bu da elbette benim için çok olumlu bir bilgilenme oldu. Düşünsenize belki de birkaç yıl sonra Doçent, hatta ileride Profesör polis amirleri veya müdürlerinin olacağı bir polis teşkilatına sahip olabiliriz. Bu açıdan eğitim-öğrenim alanında gayret gösteren tüm polis mensuplarını ve Polis Genel Müdürlüğünü kutlarım. Kitabın içeriğine geçecek olursak; kitabın başında “Hiçbir şey göründüğü gibi değil” diye bir cümle kullanılmış. Kitabı baştan sona okuduğunuzda bu cümlenin neden yazıldığını çok daha net anlayacağınızı peşinen ve kesin bir ifade ile söyleyebilirim. Tıpkı yazarımız gibi (Polis ama hukukçu ,hukukçu ama doktor) Göründüğünün veyahut alışık olduğumuzun çok ötesinde bir kitap. Bu satırları kaleme alırken inanın ki halen daha kendimi “Sırlar Adasının” tesirinden tam anlamı ile kurtaramadığımı itiraf etmem gerekir. Başlangıçta kısa atıflarla kitabı anlatmayı düşündüğüm bir yazı yazmayı planlarken bunun hem yazara hem de kitaba haksızlık olacağına kanaat getirdiğimden birkaç yazı dizisi halinde kitapla ilgili değerlendirmelerimi kaleme almaya karar verdiğimi belirtmeliyim. Bu kısa ön bilgilendirmenin ardından gelelim kitabın içeriğine.

Kitap 1570’de Kıbrıs’ı fethetmek üzere adaya ayak basan Osmanlının adaya çıkarma yapması ile yani tarihi verilerle başlıyor. Son derece sürükleyici bir dille yazılmış olan bu ilk bölümlerde kendinizi bir anda 1570’lerin siyasi oyunları, askeri stratejileri içerisinde buluyorsunuz. Lefkoşa kalesinin Osmanlıya karşı nasıl hazırlandığına dair teferruatlar oldukça ilgi çekici ve bilgi dolu. Bu satırları okurken Google’ın arama motorlarında yapacağınız kısa bir araştırma sırasında bu sayfalarda geçen isimlerin gerçekten tarihte yaşamış olan kişiler olduğunu göreceksiniz. KKTC’deki tarih kitaplarında dahi böyle teferruatlı bilgilerin yer almadığını üzülerek belirtmek zorundayım. İlk bölümler genel itibarı ile Nicola Dandolo ve Papaz Angele Calepio karakterleri üzerine kurulmuş. Her ikisi de 1570 de Lefkoşa surları içerisinde gerçekten yaşamış karakterler. Nicola Dandolo Venedik Devletinin son Kıbrıs Genel Valisi olarak öne çıkıyor. Papaz Angele Calepio ise Kıbrıs’ı Osmanlıya karşı savunmaya çalışan Nicola Dandolo’nun akıl hocası, arkadaşı, öğretmeni hatta babası rollerini üstlenmiş bir bilge karakter olarak yansıtılmış. Her ikisinin diyaloglarını dikkatlice incelediğinizde kendinizi o dönemin içerisinde sürüklenirken bulabilirsiniz. Bu ilk bölümler de anlatılan temel konu Osmanlı’nın adayı feth etmesi durumunda Venediklilere ait değerli eşyaların Osmanlı devletinin eline geçmesini engelleyici tedbirler üzerine kurulmuştur. Barnabas İncili de kitabın doğal akışı içinde bu satırlarda öne çıkıyor. Ancak satır aralarında öyle bilgilere yer verilmiş ki hayret etmemek elde değil. Özelikle bu gün halen Büyük Hamam olarak kullanılan yerin o zamanlarda Aziz George de Poulains isimli bir kilse olduğunu öğrenmem beni çok etkiledi. Düşünsenize her gün önünden geçtiğimiz bir mekanın aslında bir kiliseden dönüştürüldüğü gerçeği kitapta aktarılmış ve ister istemez nasıl bir tarihi kültürel mirasın üzerinde oturduğumuzu bize hatırlatması açısından da bu bilgileri aktaran kitap daha da önemli hale geliyor. Bu (ilk) bölümlerde geçen diğer birkaç isime de değinmekte fayda var. Lorenzo Bembo, Girolamo Venier gibi. Aslında her ikisi de Nicola Dandolo’nun yerine Venedik devleti tarafından adaya Genel Vali olarak gönderilmek üzere atanmışlar ancak her ikisi de Nicola’yı değişememişler böylelikle Nicola’nın kaderi Osmanlı ile karşılaşmak olmuş. Diğer taraftan Tercüman Mahmut Efendi, Kubat Çavuş, Padişah Sarı Selim ve Sokollu Mehmet Paşa gibi isimler de tarihteki gerçek rolleri ile kitapta aktarılmış. O dönem ki Osmanlı sosyal hayatına dair kısa bilgilendirmelerin de yer aldığı bu bölümler kitabın renkliliğini pekiştirmiş. Özellikle Mesneviden, Bektaşi’den atıflar Türk kültür yapısının 16. Yüzyılda ki üstünlüğüne örnek olarak kitapta yer bulmuş. İlk birkaç sayfada dahi onlarca bilgi dolu cümleciği bulacağınız Sırlar Adasında Lefkoşa Kalesinin inşa süresi ile ilgili sizi hayrete düşürecek teferruatlara yer verilmiş. Kalenin Francesco Barbora tarafından “mükemmel şehir” olarak planlandığını öğrenmek bu mimarın meşhur Leonardo Davinci’nin çırağı olduğu bilgisine ulaşmak oldukça ilginç bir detay. Hele ilerleyen sayfalarda Lefkoşa Surlarının bire bir kopyası olan bir kale-kentin bu gün halen İtalya da bir kopyasının olduğu bilgisine erişmek benim için tamamen büyüleyici oldu. Bu birkaç sayfadan dahi elde ettiğim ilk izlenim daha önce de belirttiğim gibi ne denli zengin bir kültürel miras üzerinde oturduğumuz gerçeğini bir kez daha hatırlamak oldu ve aynı zamanda da derin bir üzüntü duydum. Lefkoşa surlarının dünyada bir ikizinin varlığının bilinebilecek bir gerçek olması beni (ki bunu kısa bir araştırma ile yine teyit ettiğimde) bir o kadar daha üzdü, öte yandan da sevindim. Üzüldüğüm nokta şudur ki, biz bunu kamuoyu olarak ne kadar biliyoruz? Ve bu konuda gerek turistik anlamda gerekse kültürel anlamda ne yaptık? Bu küçük bilgi dahi Lefkoşa’nın turistik anlamda pazarlanmasında muhteşem bir ivme yapmaz mıydı? Diye kendi kendime sormaktan, bilgisizliğim karşısında ise kendime için için kızmaktan kendimi alamadım. Bununla birlikte Sevindiğim nokta; yazarın bu kitapla bunları bize tekrar hatırlatması oldu ve umarım ki bu satırlar birilerinin dikkatini çeker. Sırlar Adası ile ilgili anlatacak daha çok şey var… … Şiddetle okumanızı tavsiye ederim.

Bu haber 344 defa okunmuştur

:

:

:

: