“Hiçbir şey göründüğü gibi değildir”

Geçen haftaki yazımda siz sevgili okurlarıma tanıştırmaya çalıştığım “Sırlar Adası” adlı Dr. Turgül TOMGÜSEHAN tarafından yazılan kitap hakkında birkaç yazı dizisi daha yazacağımdan bahsetmiştim.

Geçen haftaki yazımda siz sevgili okurlarıma tanıştırmaya çalıştığım “Sırlar Adası” adlı Dr. Turgül TOMGÜSEHAN tarafından yazılan kitap hakkında birkaç yazı dizisi daha yazacağımdan bahsetmiştim. Bu yazımda özellikle Pauperes Commilitones Christi Templique Solomonicilerden bahsedeceğim Ancak onlara değinmeden evvel yazarı sunuculuğunu yaptığım “Adanın Nabzı” programında konuk etme fırsatı yakaladığımdan bu programdaki izlenimlerimi sizlerle paylaşacağım. Halen polis subayı olarak vazifesini idame ettiren yazara ve kitaba karşı başlangıçta ön yargılı olduğumu izleme fırsatı bulanların hatırlayabileceği üzere program içerisinde de dile getirmiştim. Polislerin kitap yazamayacağını elbette ki söylemiyorum ama ve lakin böylesi üst bir çizgide, çok akıcı ve zengin içerikli bir kitabın kaleme alınabileceğini de öngörememiştim. Yazara program sırasında yönelttiğim bazı soruları bu yazıma ekleme ihtiyacı hissetim. Yazar Turgül beye sorduğum ilk sorular kitabın ne kadar zamanda kaleme alındığına ve neden böyle bir çalışma yapmış olduğuna özellikle kendisini bu kitabı yazmaya iten nedenlere yönelikti. Program sırasında hafif bir gülümseme ile tüm sorularıma akıcı bir şekilde cevap veren yazar “Bir Polis Subayı olarak mesleğimin ilk yıllarında Karpaz Polis Müdürlüğünde çalışma şansı elde ettim” “Bu süreçte Ay-Philon’u, Dip Karpaz’ı, Abostos Andreası tanıdım, Yeni Erenköy de bulundum” dedi. Yazar bu mekânların tarihi ve görsel güzelliklerinden etkilendiğini, bu yerler hakkında derhal bilgi toplamaya ve okumaya başladığını kısaca anlattı. Daha sonra bu ilgisini adanın geneline yayarak adamız hakkında veri toplayıp, bilgisini artırmaya devam ettiğinden bahsetti. Elbette ki yeterli olduğunu düşündüğü bu okumaların ardından da yazar “Sırlar Adası” kitabıyla ilgili çalışmaya başlamış. Karpaz’daki süreçten saymaya başlarsanız nerede ise 18 yıllık bir birikimin eseri olan bu güzel ve eşsiz roman ortaya çıkmış. Bununla birlikte yazarın ilk kez kitabı yazmaya başladığı dönem beş yıl geriye gidiyor. Mesleğinin yoğunluğu ve diğer başka etkenler nedeni ile süreç biraz uzasa da sonunda kitabı bizimle buluşturmayı başardığı için kendi adıma çok mutlu oldum ve kitabı okurken çok keyif aldım. Kendisini bir kez daha kutlarım; özelikle de Turgül TOMGÜSEHAN’ı Sırlar Adası kitabını kaleme almaya iten düşünceleri için. Yazarın anılan düşünceleri aşağıda aynen aktarılmaktadır:

“Her şeyden önce ben sizden biriyim…… Göçmen bir ailenin çocuğu. Annem Limasol babam Dillirga kökenli….. Karaoğlanoğlu’nda büyüdüm….”Yazar birçoğumuz gibi bu coğrafyayı kendisine vatan yapmaya çalışan bir ailenin evladı anlayacağınız. Kıbrıs’ımıza bir vefa borcu olarak da Kitabı kaleme almış yazarımız yani o bu memleketin çocuğu. İlk yazımda da bahsettiğim üzere Kitabı okumak için elinize aldığınız ilk anda “Hiçbir şey göründüğü gibi değildir” kelimelerini görürsünüz. Bu cümlenin Kıbrıs’ı ifade etmede ne kadar yerinde olduğunu kitabı okudukça anlamaya başlıyorsunuz. Kitabın içeriğinde sayamayacağım kadar çok detay var. Adanın tüm tarihi sürecini parantez aralarında ister istemez öğreniyorsunuz. Özellikle tarihi mekânların anlatımı, o yerlerin hikâyelerinin bize hatırlatılması sizi Kıbrıs adasının büyüsü içinde sürüklüyor. Bu açıdan bakıldığında turizm ile ilgilenenler için bir rehber olabilme niteliğini de içeriğinde barındıran kapsamlı bir eserle karşı karşıyayız. Şahsen ben kitabı okuduktan sonra daha önce defalarca gezdiğim Kıbrıs’ın birçok mekânını tekrar gezmek için can atıyorum. St. Hilarion’a defalarca gitsemde belkide ilk kez “Kraliçe Penceresi” denen gotik mimarinin bir örneği olan eserin önünde durup “Sırlar Adasında” okuduğum “Sarı Saçlı Kraliçenin” hüzünlü hikayesini düşüneceğim ……. Yalnız o da değil. Kitap Lefkoşa surlar içini başka bir gözle görmem için bana anahtar oldu. Kitapta Dikilitaşa atfedilen değer ve üzerinde yazan Latince kelimelerin sırrı, okuyanları hayrete düşürecek cinsten bilgiler. Kıbrıs’ta genel olarak ve üzerinde düşünmeden ta eskiden kullanmaya başlanan ve halen günümüzde kullanmaya devam ettiğimiz bir tabir var; “Sarayönü dünyanın merkezi ….mi?” diye.. Bugün Kıbrıs Adasında yaşadığımız veya yakın gelecekte yaşayacaklarımız bu iddia doğru ise çok daha anlamlı olacaktır. Bir düşünsenize Kıbrıs’ı dünyanın merkezi olarak kabul eden mistik bir aklın olduğu varsayımı şu an ada etrafında dolaşan farklı devletlerin savaş gemilerinin neden buralarda olduğuna; doğal kaynakların dışında çok başka bir boyut kazandırabilir ve kadim bir tarih daha iyi anlaşılabilir….Yazarın romanında aktardığı kurgu doğru olsa da olmasa da çok güzel düşünülmüş. Sevgili okurlar “Sırlar Adası” Kitabı elbette bir roman niteliğinde ve yazarın ifade ettiği gibi olayların birçoğu yazarın kendi kurgusu ile süslenmiş .Ancak bu kitap öyle bir akıcılıkta hikaye edilmiş ki sanki meşhur yazar Dan Brown’un çok satan kitaplarından birini okuyormuşsunuz hissine kapılıyorsunuz. Kitap ile ilgili bu genel değerlendirmelerime elbette ki sonraki makalelerimde de yer vereceğim. Yazarın ifade ettiği gibi kitapta anlatılan onlarca konuya rağmen sırlar adasında iki ana kahraman göze çarpıyor. Birisi elbette ki Kıbrıs diğeri ise Barnabas İncili. Kitapta Barnabas ile ilgili oldukça doyurucu bilgiler var. Barnabas’ın Kim olduğu, nerede doğduğu, etnik kökeni, yaşadığı yer, ailesinin sosyal ve ekonomik konumu, Hz. İsa ile olan yakın ilişkisi, neden Aziz olarak anıldığı ve elbette ki İncili hakkında tarihi bilgilendirmeler…… St.Barnabas ile ilgili bilgi aktarımını kitapta yazar tarafından kullanılan iki karakter yapıyor. Bunlardan biri bir önceki makalemde de bahsettiğim Papaz Angele Calepio ve diğeri dönemin Kıbrıs Piskoposu Francesco Contarin. Her ikisi de tarihte yaşamış gerçek karakterler. Piskopos Francesco Contarin Lefkoşa’nın Osmanlı tarafından kuşatılması esnasında bugünkü Selimiye Cami; eski ismi ile Aya Sofya Katedralinde yaptığı vaaz ile bilinen bir şahıs. Kitapta her ikisinin de sahip oldukları dini kimliklerinden ayrı olarak, gizili bir tarikat olan “Pauperes Commilitones Christi Templique Solomonici” yani “Süleyman Tapınağı ve İsa’nın Fakir Askeri” tarikatına mensup olduklarına dair bir bilgi veriliyor. Bilinen popüler isimi ise “Tapınak Şövalyeleri.” Bu satırları okuduğunuzda unuttuğumuz veyahut çok fazla önem vermediğimiz için, gözden kaçırdığımız ancak bu adanın tarihinde çok önemli bir yer tutan başka bir gerçekliğe tekrardan şahit olacaksınız….. Kıbrıs’ın Kudüs krallığı ile olan bağlantısı. Kitap Kudüs Krallık tacının Kıbrıs’ta yüzlerce yıl Lüzinyanlar tarafından muhafaza edildiğini hatırlatıyor. İster istemez bu gün Kudüs’ü kontrol edenlerin Kıbrıs’a olan ve KKTC’ye yaptıkları yatırımların mistik gerekçelerini düşünmek zorunda kalıyor okuyucu. Bu bağlamda Tapınak Şövalyelerinin ada ile olan ilişkilerini bu kitabın satır aralarında bulabileceğinizi bir kez daha hatırlatırım

Bugün bizim Zeytinlik olarak isimlendirdiğimiz “Templos” köyünün çok uzun süre adada Tapınakçıların yaşam alanı olduğu tarihi bir gerçektir. Bu tarihi mirası temsilen Girne Belediyesi tarafından bir şövalye heykelinin Zeytinlik festivalinde sergilendiğini de hatırlıyorum. Ancak heykel köyden kaldırılmış. Oysa Sırlar Adasının büyüleyici kurgusu ile tekrardan sergilenip bu merkezde yerini alsa turistik açıdan ne kadar güzel olurdu. Tarihi kucaklayarak turistik açıdan bir değeri daha Girne’mize kazandırmış olurduk. Umarım bu satırları okuyan yetkililer heykeli tekrardan Zeytinlik (Templos) Köyün de sergilerler. Dünyada ticari tescili almış ilk şarap olan Commandaria Şarabını da Tapınak Şövalyeleri Kıbrıs’ta üretmişler. Şarabın bu ismi almasının nedeni ise La Grande Commandaria isimli Tapınak Şövalyelerine ait karargahmış. Bu bilgiyi öğrendiğimde Güney Kıbrıs’ın bu mirası sahiplenerek halen Commandaria isimli şarap ürettiğini çok rasyonel bir strateci ve pazarlama taktiği olarak değerlendirdim .İçten içe de kendimizi sorguladım. Böylesi tarihi bir kültürün tek sahibi Rumlar mı olmalıydı? Biz neden bu tarihe- kültüre yeterince sahip çıkamıyoruz? Niye bizde bu marka üzerinde haklarımızı arayamıyoruz? Böyle bir ad altında KKTC’de üretilecek şarabın turizme katkısını program sonrasında konuştuğumuz bir zaman yazar bizzat yerinde tanık olduğu bir pazardan bahsediyor bana. Portekiz turizmine ciddi katkısı olan ve her sene ülke nüfusu kadar turist cezbedebilen Lisbon’da bardak bardak satılan Ginja adlı likör veya Porto’nun şişe şişe satılan kırmızı ve pembe şarapları gibi olabilmesini isterdim Commandaria Şarabının. Sadece Templos (Zeytinlik) Köyü değil Gazimagusa’da ki Volte Temple sokağı halen bu orijinal isimle yerinde duruyor diyor yazar. Ve devam ediyor ; bir tanesi Tapınak Şövalyelerine ait olan ikiz kiliseler de halen daha ayakta ve bu sokakta yer alıyor. Yazar Dr. Turgül Tomgüsehan’ın “SIRLAR ADASI” adlı kitabında saray önünü dünyanın merkezi ilan eden son Tapınak Şövalyesi Büyük Üstat Jacques de Molay ile ilgili kısımları okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.(devam edecek…)

Bu haber 406 defa okunmuştur
  • Sirlar Adasi muhtesem ilgi cekici bir kitab Aziz .M. Kent - 02.07.2019 Sirlar Adasi kitabin bir film olmasinda KKTC nin buyuk yararina olurken ayni zamandaDr Turgul Tomgusehan yazarimizda uluslar arasi bir yazar olur diye dusunuyorum

:

:

:

: