Kanal İstanbul’un Montrö Sözleşmesi bakımından değerlendirilmesi

Türkiye Cumhuriyetinin kurucu anlaşması Lozan Anlaşmasıdır. Temmuz 1923 de imzalanan bu anlaşma ile beraber Türkiye boğazlarla ilgili istediği sonuçları elde edememişti.

Türkiye Cumhuriyetinin kurucu anlaşması Lozan Anlaşmasıdır. Temmuz 1923 de imzalanan bu anlaşma ile beraber Türkiye boğazlarla ilgili istediği sonuçları elde edememişti.

Neydi Mesela?
İstanbul ve Çanakkale boğazlarının yönetimleri uluslar arası komisyona bırakılmıştı. Yani hakemliği Türkiye değil de , uluslar arası bir komisyon yapacaktı.

Lakin 1936 Montrö Sözleşmesi ile beraber oluşan durum ortadan kaldırıldı. Boğazlarla ilgili bir sözleşme imzalandı. Bu sözleşme ile beraber uluslar arası komisyonunun hakemlik görevi Türkiye devredildi. Boğazlar üzerinde Türkiye egemenliği kurmaya bu anlaşma ile başladı.
Montrö anlaşma büyük dengeler ile kurulmuş bir uluslar arası anlaşmadır. Çünkü bu anlaşma hem kıyıdaş devletleri bağladığı gibi hem de kıyısı olmayan devletlerle ilgili de bağlayıcılığı bulunmaktadır. Başında söylediğim gibi bu anlaşmada uygulayan ve denetleyici taraf Türkiye dir. Öyle ki Türkiye nin olası savaş durumunda uygulayıcı tedbirlerin bile Türkiye tarafından uygulanmasına bu anlaşma ile izin verilmiştir.
Lozan anlaşması imzalanırken ki uluslar arası konjöktör düşünüldüğün de İstanbul da işgalci İngiliz güçlerinin bulunmasından bir haber olanlar bugün Lozan üzerinden abuk sabuk tartışmalar yapmaktadır. Montrö de ki dengeler de bu bakımdan önemlidir. Montrö de ki dengeyi hem Gürcistan hem de kırım ın Rusya nın ilhakı konusunda gördük. Mesela denge şu şekilde olmuştu; Karadeniz devletlerinin güvenliği Karadeniz e kıyısı olmayan devletlerin savaş gemilerine getirilen sınırlamalar ile sağlanmaktadır. Tonaj ve gün sayısı olarak burada karşımıza örnekler çıkmaktadır. Bu dediğimiz ilhak döneminde bile ABD savaş gemilerinin tonajları belliydi.Bunların geleceği 15 gün öncesinden Türkiye ye bildirilmesi bile Türkiye nin burada ki konumunun ortaya koymuştu. 1936 dan bu tarafa Türkiye ve taraf devletlerin özenle koruduğu anlaşma bugüne kadar sürmüştür.

Boğazlar konusu dışında Türkiye hakkında bilmemiz gereken diğer bir not da Türkiye nin taraf olduğu 1983 yılında altına imzasını attığı deniz hukuku sözleşmesidir. Lakin Montrö nün ortadan kalkması gibi bir durumda bugün elde edinilen avantaj elde edilemeyeceği 1983 de imzalanan anlaşma ile adeta bizlere deklare ediliyordu.
Bugün bunlardan bahsetmemizin tek sebebi Kanal İstanbul Projesidir. Bu proje hakkında bugün tv ler de yayımlar yapılmakta. Ortak tartışma programları düzenlenmektedir.
Bir konuya açıklık getirmek gerekiyorsa; Türkiye bu kanalı egemenlik haklarından dolayı yapabilir. Engelleyecek herhangi bir uluslar arası anlaşma söz konusu değildir. Lakin mesele bu değil bu manevra Türkiye aleyhine mi lehine mi ? biz bunu tartışalım hem siyasi bakımdan hem de uluslar arası hukuk ve ilişkiler bakımından . Bu anlaşma Montrö de ki dengeleri etkiler mi biz buna bakalım.

Montrö de bahsedilen boğazlar aslında kanal İstanbul da ortaya koyulan güzergahtan farklıdır. Montrö de Çanakkale ,İstanbul boğazlarının havzaları yer almaktadır. Lakin kanal İstanbul da güzergah farklıdır. O yüzden geçişler üzerinde Montrö sözleşmesinde yer almayan bir gemi üzerinde bu yol zorunlu bir güzergah olarak dikta edilemez.

Kısacası Boğazlardan geçen gemilerin kanal İstanbul a yönlendirme gibi bir yetki Türkiye nin elinde değildir. Öyle ki Montrö de yer alan gemilerin geçişleri hakkında ki fiiliyat açıkça anlaşma şartlarında belirtilmiştir. Bu bakımdan Türkiye bu fiiliyata engel olamayacağı gibi gemilerin serbest geçişlerine engel olamaz. (BARIŞ ZAMANINDA) böyle yaparsa anlaşma ihlali söz konusu gerisini buradan uzun uzadıya anlatmama gerek yoktur. Yani kanal İstanbul Türkiye ye gemilerin geçişi konusunda kazandıracağı ekonomik bir avantaj görülmemektedir.
KANAL İSTANBUL stratejik bakımdan ilk olacak gibi. İstenenler bakımından. Lakin uluslar arası sözleşmelerde Süveyş , Panama ve diğer kanallar ile ilgili geçiler her daim her koşulda serbestlik ilkesi konulmuştur. Aslında bu kanal ile Türkiye kendini uluslar arası bir baskının içinde bulabilir. Bir bunalımsal döneme girebilir. Projenin maliyetinin dışında getireceği siyasi riskler ortadadır.
Bugün Uluslar arası anlaşmalarda yapay kanallar hakkında görüşler açıkça bellidir. Keyfi bir seçme ve yönetme hakkı ülkelere verilmemiştir.Eğer Türkiye böyle bir yapı içerisine girerse kıyıdaş ülkeler rıza göstermezse , uluslar arası bir anlaşmazlık doğacağından Lahey e gidilebilirler.
İstanbul kanalından geçişler için eğer deniz hukuku sözleşmesi devreey girerse bu da monrönün sonu demektir. Deniz hukuku sözleşmesi göre hareket edilirse tonaj konusunda sınırlama kalkacak olup. Bu da en çok abd nin ekmeğine yağ sürecektir. Çünkü mesela kırım olayında olduğu gibi abd en fazla 45 bin ton tonajlık gemi bulundurabildi. Karadeniz de . Sebebi de montrönün getirdiği bağlayıcılıklardı. Kanal İstanbul un savaş gemileri tarafından kullanılması bu sonuçları doğurabilecektir. Türkiye ye 15 gün önceden haber verme konusu kalkacak. Savaş araçları rahatlıkla hareket edebilecektir. Karadeniz de oluşabilecek bu durumda abd ve Rusya nın güç dengesinden doğacak çekişmesinden dolayı da Türkiye nin güvenliği tehdit altında olacaktır. Montrönün bu konu da bizlere kazandırdığı avantajlar dezavantaja dönecektir.

Bu bakımdan değerlendirildiğinde KANAL İSTANBUL konusu hem dış politika konusudur. Hemde uluslar arası hukuk bakımından incelikle değerlendirilmesi gereken bir konudur. Bizlere ne gibi kazanımları var ne gibi dezavantajları var her bakımdan değerlendirilip ona göre adım atılmalıdır. Dış politika da diplomasi her daim sorumları çözmek ve ya ikili ilişkileri arttırma yönünde kullanılmaktadır. Lakin bu projenin yukarıda bahsettiğim gibi Türkiye ye avantaj sağlayacağı tek konu kısa süreli olsa da Türkiye nin içerisinde bir ekonomik canlılık sağlayacaktır.
Ayrıca uluslar arası hukukta anlaşmalar genellikle REBUS SİC STANTİBUS ilkesi gereği yürürlükte olmaktadır. ( Latince ) Türkçe manası Koşullar değişmediği sürecedir. Bu bakımdan da Kanal İstanbul değerlendirilmesi gerekmektedir. Uluslar arası anlaşmalarda PACTA SUNT SERVANDA ilkesi temel kuraldır.(AHDE VEFA) Yani verilen söz tutulmalıdır. Eğer sözler tutulurken esaslı bir değişiklik olursa o zaman rebus sic stantibus ilkesi devreye girer. 1969 viyana anlaşmasında 62.md de bu ilkeden bahsedilmiştir. Bu bakımdan incelendiğinde kanaatimce kanal İstanbul fesih etmemektedir.
Zaten Montrö anlaşması incelenirse içerisinde tek taraflı fesih ilkesi zaten mevcuttur. Taraflar böyle bir yol varken esaslı değişiklik yoluna gitmezler. O bakımdan rebus sic stantibus ilkesi de bu bakımdan burada çürümüş oluyor. Yani hiçbir akit te taraf olan devlet sağ eliyle sol kulağını çekmek için vakit harcamaz.
Montrö sözleşmesi halen devam ediyorsa denge unsuru olmasından hem de devletlerin çıkarlarına uygun olduğundan dolayıdır.
Bugün Montrö hakkında çıkarılan söylemler üzerinde tartışma konularına bu şekilde açıklık getirmek istedim . Gelecek yazımızda Libya ve Türkiye arasında imzalanan anlaşmanın doğu Akdeniz de neleri beraberinde getireceği üzerinde tartışacağız . Sağlıcakla kalın…

Bu haber 1671 defa okunmuştur

:

:

:

: